Kayıtlar

Temmuz, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Abbas Kiarostami'den...

Resim
Ben vefalı bir insanım, hatta arabama karşı bile böyleyim. Mesela bir arabayı çalıştığı sürece 20 sene kullanırım. Değiştirmeyi, birdenbire insandan insana atlamayı sevmiyorum. Böylelikle karşılıklı birbirimizi anlamak konusunda yol alıyoruz.

Gözler ve Duygular...

Resim
Bazen bir bakış bile izleyiciyi heyecanlandırabiliyor. Gecenin ilerleyen vakitlerinde bir filmin izlenilmesi zincirleme olarak başka bir filmi hatırlatıyor. İnşaatlarda amelelik yapan bıyıkları daha yeni terlemiş genç, aynı inşaatta çay dağıtıp yemek yapan çocuğu saçlarını tararken görünce onun güzel bir genç kız olduğun anlar ve içine bir ateş düşer bu aşk ateşidir. Kızın aynaya yansıyan saçlarını tarama görüntüsü bir kıvılcım çakar ve kaybolur. Perdenin gerisindedir kız. Perdeler bir bir açılsa ve saçlarına dokunsa ister mi bilinmez. Kimsenin görmesini istemez. Kireç torbalarının arasına bırakıverir külçe gibi olmuş bedenini. Ruh bedenden ayrılır aşkta. Ruh perdenin önünde, beden ise kireç torbalarının ardındadır. Kamera gencin yüzüne doğru odaklanır. Arkasında birkaç sıra kireç torbaları. Korku ile öfke arasında bir duygudur gözlerine yansıyan. Aşk, öfkeyi de barındırır içinde korkuyu da. Aşık, öfkeden deliye döner öfke aşkın kor halidir ve kontrolsüz bırakır delişmen kalbi. Korku i

Nuri Bilge Ceylan'ı Sevmek...

Resim
Geçenlerde bir arkadaş, Nuri Bilge Ceylan’ı sevme gerekçemi sordu. Hiç düşünmemiştim şimdiye kadar. Bir sinema izleyicisi neden bir yönetmenin filmlerini sever ki? İzleyici ile yönetmen arasında oluşan bu bağın birçok nedeni var. Bu gerekçeleri ben kişiselleştirerek anlatmak niyetindeyim. Çünkü çok genel bir sonuca ulaşma konusunda yeterli donanıma sahip değilim. Ancak kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak bir sonuca ulaşabilirim. Çok iyi hatırlıyorum. Milenyuma bir kala, Doksandokuzda dergileri karıştırırken karşıma sinema köşesinde küçük bir yazı çıkıyor. İkinci uzun metrajlı filmini çekmiş bir yönetmenin oyuncu olarak anne ve babasını oynattığını söylüyor. Ufakta bir resim var haberin üstünde. Yaşlı bir adam(yönetmenin babası olarak tahmin ediyorum) ağaçların ortasında bitevi bir üzgünlükle dalmış gitmiş. Hayran oluyorum o fotoğraf. O dergi günlerce başucumda duruyor. Arada o sayfayı açıp o resmi bütün dikkatimle inceliyorum. O zamana kadar ne kadar film izlediysem ondan daha fazla bir

Ağlayabilseydiniz...

Resim
Sevgili Yıldıray Oğur yazınca Necip Fazıl 'ın aynı adlı eserinden beyaz perdeye uyarlanan Mesut Uçakan 'ın bana göre en iyi filmi Reis Bey tekrar canlandı gözümün önünde. Onun mahkeme heyetine karşı yaptığı nefis tiradı aşağıya alıyorum. Film ile ilgili değerlendirmeleri daha sonra yazacağım. Öncelikle tekrar bir daha seyretmeliyim. ... “Ben diyorum ki; her fert başucuna, ‘Suçlu benim! Herkes suçsuz!’ levhasını asmalıdır! Ben diyorum ki; yegâne kurtuluşumuz, herkesin herkesi affetmesindedir! Daha ötesi kanunların sorumluluğuna girer. Ama görüyorum ki anlatamıyorum... Hissediyorum ama anlatamıyorum! Çocuk ‘Ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz!’ dedi. Ağladıkça anlıyorum. Ağladıkça anlıyorum! Artık bütün mantık hesaplarımı kaybettim! Hem de öylesine kaybettim ki, Amerika’da bir cinayet işlense de dünya çapında bir ses sorsa, ‘Katil kim?’... ‘Benim!’ diye haykırabilirim! Soğuk kış geceleri köprü altında yatan çocukların vebali benim boynumda! Ben ne yaptım! Uykuda, baygınlıkta, a

Nefes ve Kasabadaki O Çocuklar...

Resim
Uzun bir zaman dilimi var gibi. Zaman insanoğlunun kendi belirleyeceği bir soyutlukta… içinde bir sıkıntı varsa zaman uzuyor da uzuyor. Geçmek bilmeyen saatler, dakikalar ve saniyeler… Sabaha karşı uyanıyorum ama buna uyanmak mı demeli bilemiyorum. Gecenin insanı ürperten o serinliği gitmiş; yerini alev alev bir öğlen sıcağı almış gibi. Terden sırılsıklamım. Pencereyi açıyorum. Uzak tepenin ardındaki evden bir horoz sesi geliyor. Kentin ortasında horoz sesi insanı afallatabilir ama alışkınım hoşuma da gidiyor… Elimi yüzümü yıkıyorum ama nafile. Musluk borularının içine sıkışmış alevli su yüzümü daha da yakıyor. Her ne kadar sevmesem de klima çalıştırılmalı diye geçiriyorum içimden. Oda biraz serinleyince dvd oynatıcıya bir film takıyorum. Sıradan hangisi gelirse hiç bakmadan… Filmin adı Nefes ve birden ne odanın sıcağı ne de sabah ki melankolik düşünceler aklımda kalıyor. Nefes alıp verirken bu filmi izliyorum. Küçük bir sınır karakolunda bir grup askerin hayatına konuk oluyorum daha k

İlk Sevda ve Merdivenler

Resim
Sonra o kıza mektup yazılmaya başlanır. Sevdiği bir şairden bir iki mısra da ekleyince o sevda gözaltına düşer. Çünkü şair o sıralar sakıncalıdır. İlk defa karakolun merdivenlerinde gözgöze gelirler. Merdivenler tutkulu bir sevda için yeterlidir. Fotoğraf aşağıdaki kitaptan alınmıştır. Büyük Yolların Haydutu Fotoğraflarla Attila İlhan'ın Yaşam Öyküsü Öner Ciravoğlu Sel Yayıncılık