Bir Göçmen Olarak Kemal H. Karpat...



Kemal Karpat, ‘Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm: Kırsal Göç, Gecekondu ve Kentleşme’ isimli kitabında -kırdan kente göçün doğurduğu gecekondulaşma ile yaşanan toplumsal dönüşüm ve kentleşme olgusunu incelemektedir. Sözkonusu kitap, ‘The Gecekondu: Rural Migration and Urbanization’ ismiyle ilk kez 1976 yılında yayınlanmıştır ve ülkemizde yayınlanması için yaklaşık 30 yıllık bir süreç geçmiştir.

Karpat’ın özellikle göçler ve göçlerin toplumların üzerinde yarattığı etkiler üzerine yaptığı araştırmaların kendi hayatında mutlaka bir karşılığı ve bilinçaltına yansıması vardır. Çünkü, hayatı hep yolculuklar ve göçler üzerine hep gurbette geçen bu insanın kendi hayatından yola çıkarak göçler ve toplumsal dönüşüm üzerine araştırmalar yapması doğaldır.

‘Meğerse ayrılık ezeli yazgımmış, çünkü ondan sonra bir yerde bir daha uzun müddet kalmak nasip olmadı. Aile şefkati görmedim.’(74)

Hayatı ile ilgili böyle trajik bir tanımlama yapan Karpat Hoca’nın aslında ailesi de göçler yoluyla doğduğu bölgeye yerleşmiştir.

Baba tarafından dedeleri, bugün Ukrayna’ya ait olan Bucak’ta yaşamış Kıpçaklardan olup(21); 1812 yılında büyük dedesi Hasan, Ruslarla çarpışarak Dobruca’ya doğru çekilerek bu bölgeye yerleşmiştir(23).

Anne tarafı ise Çanakkale’den kopup gelerek yine o bölgeye yerleşmişler nihayetinde anne ve babası evlenerek Armutlu köyünde kendilerine bir aile kurmuşlar.(62-63)

Karpat’ın belleğinde göç önemli bir yer tutmaktadır. Romanya’da ortaya çıkan nazi milliyetçiliği sonrası bir çok aile anavatanları Türkiye’ye dönmek durumunda kalmışlardır. Daha çocukken böyle büyük trajik olaylar onun hayatını yönlendirmesinde en önemli öğe olmuştur.

‘Zorla kopar gibi, arabalar gıcırdayarak, atlar istemeyerek, kadınlar ağlayarak çocuklar sızlayarak, erkekler başı öne eğik, arkaya bakmamaya gayret ederek Köstence’nin yolunu tuttular. Ormana giden yol, mezarlığın yanından geçiyordu. Sanki emir verilmişcesine bütün arabalar mezarlıkta durdu. Herkes arabadan indi, çoluk çocuk mezarlıa doğru avuçlarını açarak dua ettiler. O manzara hiçbir zaman gözümün önünden silinemez. Yurduna, her şeyine veda edip giden bir sürü insan durmuş dua ediyor…” (44)

Kendisi de ilk öğreniminin ardından ilk gurbetini köylerine 30 km uzaklıktaki Tulça’ya giderek tadacaktır(72). Burada özellikle yükselen milliyetçiliğin verdiği uygunsuz ortam nedeniyle daha çok Türklerin yaşadığı Mecidiye’de bulunan medreseye geçiş yapacaktır(77). Mecidiye medresesinin etkilerini söyleşinin her mısrasında okuyucuya hissettirecektir.

‘Entelektüel oluşumumda bu devrenin çok önemli bir yeri vardır.’

Mecidiye’de lise öğrenimini bitirdikten sonra hem babasının ölümü hem de artık Romanya’da eğitim hayatını devam ettiremeyeceğinin görülmesi üzerine rotayı anavatana çevirecektir. Uzun bir zaman sonrası alabildiği pasaportuyla trene binecek ve Bulgaristan üzerinden uzun zamandır hayalini kurduğu Türkiye’sine kavuşacaktır.

Bu yolculuğun önemi çok büyüktür. Bu yolculuk esnasında verdiği söz hayatını şekillendirecektir. (söz konusu söz, Bir İnsan Olarak Kemal Karpat başlıklı yazıda yer almaktadır.)

Anavatan’da aldığı eğitim esnasında muhacır veya Romen olarak farklı görülmüş ve hatta ayrımcılıklara da maruz kalmıştır(141). Fakat tüm bu dışlanmalar ve hor görülmeler onun her konuda iyi bir şekilde yetişmesini engellememiştir.

1945 yılında ilk defa T.C. Nüfus Cüzdanına sahip olabilmek için başvurur. Fakat o bunu bir formalite olarak görmekte ve kendisini Türk milletinin doğal bir üyesi olarak görmektedir(198). Karpat soyadını almasını ise kendi köklerine bağlılığın bir simgesi olarak anlatmaktadır.

‘O zaman okulda olsun, çevrede olsun, bana karşı bayağı bir baskı vardı. Gerek siyasi, gerek kişisel meseleler nedeniyle oluşan baskılara direnmeye şartlanmıştım. Yani Türk vatandaşı olmaya karar verdiğim zaman bütün bu baskılara direnmeye de karar vermiştin. Ama aynı zamanda ikinci neden olarak kendime ‘kökenlerimi unutmayayım’ demiştim’

Göçmen olmanın en kötü yanı bir ailenin olmamasıdır. Özellikle yaptığı yolculuklar esnasında hep böyle ailelerin hayatlarına imrenmiş ve kendi köyünün özlemini çekmiştir. Hatta ilk kez Amerika’ya gidip de sonra tekrar uzun yıllar sonra Avrupa’ya dönerken aynı kıtada bulunmanın bile onu mutlu ettiğini büyük bir huzurla anlatacaktır(249).

Karpat için memleketi demek birazda annesi demektir. Uzun yıllar tek başına devamlı seyahat ederek ve bir aile kuramadan geçen yılların sonunda annesiyle karşılaşınca onun dizlerine başını yaslamış ve eski günlerin hülyasına dalmıştır.(307)

Küreselleşmenin yoğunlaştığı bu zamanda göçmen olmak, aidiyetini kaybedip asimile olmakla eşdeğerdir belki de. Ancak, Karpat göçmenlik sayesinde kendi topraklarına, tarihine ve medeniyetine sahip çıkmış ve bu konuda yüzlerce çalışma, makale ve konferans gibi aktivitelerin altına imza atmıştır.

Son sözü kendi kimliği üzerine enfes değerlendirme ile bitirmekte fayda var.

‘Rumeli’nde bir Türk ve Müslüman olarak, eskiden Türk toprakları olan yerlerde, yabancı bir siyasi rejim altında yaşamak her şeyden önce kimliğimi tayin etmiştir.’ (559)

Not: Söz konusu yazı, İmge Yayınları tarafından yayımlanan ‘Dağı Delen Irmak-Kemal H. Karpat Kitabı’ temel alınarak oluşturulmuştur. Parantez içerisindeki rakamlar alıntı yapılan sayfa numaralarını göstermektedir.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Biliyor musun? İçimde Bir Orman Vardı

Kapıcı Musa(Muzaffer Çetinyılmaz)nın Ardından...

Kırık Bir Aşk Hikayesinin Çekim Serüveni