NBC'den Ahlat Ağacına Dair...


Nuri Bilge Ceylan Cannes'da büyük övgü alan filmi Ahlat Ağacı ile ilgili olarak Milliyet gazetesinde bir söyleşi gerçekleştirmiş. Bu söyleşiden satır başlarını kendime göre kategorize ederek sizlerle paylaşıyorum.

Ahlat Ağacı'na yüklediği anlam

Ahlat ağacı yalnız, garip, sahipsiz bir ağaçtır. Öksüz bir çocuk gibi öyle kendiliğinden biter bir yerlerde. Çorak yamaçlarda, taşlı tepelerde bile dünyaya gelse, tutunur hayata kene gibi, bırakmaz, kimsesiz bir sokak çocuğu gibi ekmeğini taştan çıkarmasını bilir... Ahlat gerçekten de yamuk yumuk, şekilsiz, her an kavgaya tutuşuverecek gibi sinirli bir hali olan kara kuru bir ağaçtır.

Doğu Demirkol'un başrol oyuncusu olarak seçilmesi

Doğu’yu ilk kez Doğu Yücel’in Facebook’ta paylaştığı bir video ile fark ettim. Bir TV programında yaptığı kısa bir stand-up gösterisiydi. İlgimi çekince biraz daha araştırdıktan sonra, başka birçoğu gibi teste çağırdım. Sonra bir kez daha, sonra bir daha. Tipi, hayalimde canlandırdığımdan epey farklıydı ama bugüne kadar yazdığımız en uzun ve en ağır rollerden biri olduğu su götürmez olan geniş spektrumlu Sinan karakterinin altından kalkabileceğine beni en fazla ikna eden de, yine de Doğu oldu. Bu kadar uzun konuşmaları olan karmaşık bir karakteri bu kadar sorunsuz bir şekilde halledebildiğim bir çekim süreci pek de hatırlamıyorum, doğrusu. Doğu, son derece geniş spektrumlu, sokaktaki hayatı iyi bilen, entelektüel donanımı ve bilgisi fazla geniş olmasa da -ki belki de bu bir oyuncu için fazla gerekli değildir- tanıdığım en zeki ve sezgili insanlardan biri. 

Murat Cemcir'e rol vermesi

Murat’ın da oynadığı dizilerden, beğendiğim birkaç uzun monolog sahnesine rastlamıştım YouTube’da.  O andan sonra, o da bir daha aklımdan çıkmadı nedense.

Filmlerinde artık uzun diyaloglara yer vermesi üzerine

Evet, son birkaç filmimde diyalogların giderek arttığı doğru. Ama hep böyle olacak diye de bir şey yok. Her an, tam tersi bir sükunete doğru birden geri çark edebilirim, bilinmez. Az diyaloglu sinemayı da severim çünkü. Ama son filmlerimde diyaloglardaki bu artış, aynı zamanda sinema üzerinde oluşmuş bazı dogmalara karşı bir tür başkaldırı anlamı da taşıyordu benim için. Tiyatroda, romanda ve bazen de sinemada gördüğümde hoşuma giden, dengesi iyi tutturulduğunda tarifi zor bir haz aldığımı kabul etmek zorunda kaldığım bir şeyi, kendi yöntemlerimle deneyimlemek ve sınırlarını kurcalamak konusunda duyduğum karşı konulmaz bir meraktı da benim için bu. Sonucunu kestiremediğim endişe verici bir merak. “Daha da arttırsam ne olur?” gibi bir şey. Tabii filmin hemen her sahnesinde yer alan Sinan, çok kitap okuyan ve yazan bir karakter olduğu için, bulunduğu ortama göre kullandığı dili ve kelimeleri esnetebilecek ve manipüle edebilecek daha geniş bir dağarcığa sahip, çevresindekilere göre. Bu yetisini de, lazım olduğunda, kendini üstün kılmak için hizmetine koşmakta hiçbir sakınca görmüyor.

Özellikle diyaloglar uzadıkça ve ağırlaştıkça, bunları çalıştırma, inandırıcı kılma, oyuncunun ağzında sakil durmaması için harcanan çaba da artmak zorunda kalıyor, ister istemez. Bunları hayata ait kılmak için durumlar, yardımcı mizansenler, bir sürü yöntem bulmak gerekiyor sürekli. Hatta kurguda da devam ediyor bu arayış. Diyalog daha inandırıcı olabilsin diye kesmeyi düşünmediğin yerde kesmek, ya da karşı açıya geçmek zorunda kalmak mesela. Ya da daha iyi tonlanmış bir kelimeyi ya da cümleyi başka bir görüntünün üzerine oturtmaya çalışmak... Bu da ister istemez filmin stilistik kararlarını etkilemeye başlayabiliyor. Kurgu sırasında her zaman inandırıcılıkla filmin biçimi arasında bitmek bilmez bir çatışma vardır. Daha inandırıcı olsun da, biçimsel tutarlılıktan mı ödün verelim, yoksa stil yara almasın da gerçeklik duygusundan mı verelim bu ödünü. Ben belli obsesyonlarım gereği daha çok inandırıcılıktan yana kullanır oldum seçimlerimi giderek. Film seyrederken biçimsel hatalarını, öbüründen daha kolay affedebildiğimi fark ettiğimden dolayı belki... Karakterlerin psikolojik tutarlılığı veya doğruluğu daha önemli galiba benim için.

Neden tekrar Çanakkale'de bir film 

Aslında başlangıçta biraz da “Mayıs Sıkıntısı”na benzemesin düşüncesiyle farklı bir coğrafyada çekmek istiyorduk filmi. Fakat Ebru (Ceylan) ile dolaştık dolaştık, tam olarak içimize sinen bir yer de bulamadık. Ebru pek taraftar olmasa da, bir noktadan sonra yine iyi bildiğim, hem lojistik hem de başka açılardan bize bir sürü kolaylık da sağlayacak kendi büyüdüğüm topraklara geri dönmeye karar verdim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Biliyor musun? İçimde Bir Orman Vardı

Kırık Bir Aşk Hikayesinin Çekim Serüveni

Kapıcı Musa(Muzaffer Çetinyılmaz)nın Ardından...