Russian Woodpecker
Bazı ülkelerin ne çok acısı var.
Ya da bazı milletlerin. Bitip tükenmek bilmeyen ızdıraplar, yaşanmışlıklar ve
çekilenler. Korkular yapışıp kalıyor bazı milletlerin üzerine. Kenarda kendisi
için biçilen kaderi bekleyen başka ülkeler için “kolay lokma” olarak görülen
koskoca toprak parçaları. Ukrayna’da bunlardan biri. Avrupa veya Batı ile Rusya
arasındaki bütün politik hesapların, ekonomik hırsların jeopolitik dengelerin
ortasında kalan “Fransa kadar yüzölçüme sahip bir ülke”. [1]
Bizim neslin Ukrayna ile ilgili
kafasında iki olay var. Birincisi Çernobil Faciası. Belki de bizi de bir
kıyısında etkilediği için çocukluğumuzun e kılacal damarlarına kadar sızmış bir
“çayda radyasyon var” haberleri. Sonra bakan çıkıyor çayda radyasyon olmadığını
kanıtlamak için bir bardak ince belli bardakta tavşan kanı Türk çayı içiyor.
Devlet meseleyi böyle “incelikle” kapatıyor. Sonrasonda ise 90lı yıllarla
beraber “hortlak” gibi üzerimize çöken kanser vakalarındaki artışlar. Kazım Koyuncu
gibi genç yaşta en verimli çağında bizi bırakıp giden canlar.
Hortlak kelimesi önemli aslında.
Belgeselin başında ve sosnunda Ukrayna’nın üzerine çökmüş hortlaklardan
bahsediyor filmin kahramanı Fedor. Bu hortlağın belirli dönemlerde çıkıp ülkeyi
geri dönülemez kuyuların içine attığı ve sonra ortadan kaybolduğu. Çernobille başlayan
ve devam eden bir sürü olay.
Fedor daha sonra Ukrayna’nın
kendi ayakta kalma mücadelesi içinde “Turuncu Devrim”de de aktif şekilde yer
alıyor. Orada bir konuşma da yapıyor bu minvalde.
Aslında Fedor’dan bahsetmek
lazım. Çok yönlü bir sanatçı o. Resim yapıyor hem de basbayağı sanat
çevrelerinde talep gören resimler. Tiyatro ile uğraşıyor. Çeşitli oyunlar sahneliyor.
Arkadaşının[2] belgeselin
bir yerinde bahsettiği üzere kimilerince bir kaçık kimilerince bir prlak zeka
olarak görünen biri Fedor.
Çernobil faciası olduğunda
ailelere çocuklarını radyasyondan etkilenmemeleri için bir çağrı yapıldığında
Fedor’da bir şekilde birkaç sene ailesinden uzakta bir yetimhanede bir yaşam
sürmüş. Kafasında hep o sahne. Anne ve babası onu otobüse bindirmişler ve
uzaktan el sallıyorlar. Otobüs köşeyi dönünce tek başına kalakalan küçük Fedor.
Çernobil onun hayatının da dönüm
noktası olmuş. Hep mücadele ettiği ve hiçbir zaman yenemediği bu olgu ile
savaşmak için bu sırrın perdesini aralamak için bir adım atıyor. Soruyor,
soruşturuyor. Kuşkuları gidermeye çalışıyor. Normal bir yerde bulunandan on kat
fazla radyasyonun bulunduğu Çernobil nükleer santralinin bulunduğu bölgeye
gidiyor. O dönem orada görev yapmış bir çok insanla konuşuyor ve aslında
Ukrayna’yı hortlaklardan kurtarmaya çalışıyor. Çünkü o hortlaklar bu ülkenin yakasından
hiç inmiyor. Gelecek nesillerin umutlarını kırıyor. Onları kısır döngü
içerisinde bitip tüketiyor.
O da bir baba sonuçta. Fedor’un
küçük bir oğlu var. Kendi travmasının yarattığı o boşluk kendi çocuğunda hiç
olmasın istiyor. Savaşıyor bunun i.in. ama o savaştıkça, gelenekler,
temayüller, eski devlet aklı gelip onu da kuşatıyor. Yine arkadaşının tabiriyle
korkup ödlek gibi kaçıyor.
Ne kadar tanıdık geliyor yazılan
şeyler öyle değil mi? Fedor, ülke Batı ve Rusya arasında bir domino gibi gelip
giderken ülkesine tekrar dönüyor. Hem Çernobil’le ilgili kalan sorununu çözmek
hem de bir aydın olarak ülkesinin son ateş çemberinden çıkmasına yardımcı
olmak.
Tarih cesurları yazacak
unutmayalım. Fedor’da evladı için korksa da dönüyor ve o turuncu sahnede
halkına sesleniyor.
“Ukrayna! Ah Ukrayna”
Hortlakların her daim yol başlarını
tuttuğu ülkelerde yaşam ne kadar da zor. Fedor direniyor hakikatı ortaya
çıkarmak için.
Hakikat aralanıyor bir gün
yeniden gözükmek için…
Yorumlar