The İnsider (1999)
Uyku tutmuyor. Gece rüzgârın
yaprakları titrettiği sesleri dinliyorum. Telefondan haberlere bakıyorum.
Demirel’in ölüm haberi düşüyor. Uzandığım yerden doğruluyorum. Pencereyi
açıyorum. Uzun uzun parkın uzun ışıklarının yansıttığı ağaçların gölgelerini
izliyorum. Ölüm sadece dört kelime işte.
Sonra bir film açıyorum. Kasvetli
dönemlerinden birini anlatıyor
Birleşik Devletlerin. Tüm toplum
için önem arz eden birçok konu irdeleniyor. Tütün kartellerinin sigara üretimi
için insan sağlığını nasıl göz ardı ettikleri; tüm dünyanın gözlerinin içine
baka baka ‘daha fazla kar için’ yalan söylemeye devam ettikleri ve doğruların,
gerçeklerin peşinden koşan bir bilim insanını öldürmeyi bile göze alacakları basit
ama gergin bir dille aktarılıyor. Kameranın ustaca kullanımı, kişilerin ruh
halini yansıtmakta oldukça mahir. Russell
Crowe ve Al Pacino iyi oyunculuklar çıkartıyorlar. Burada önemli olan aslında
dürüst insanların varlığının verdiği bir mutluluk izleyiciye. Yerkürenin her
noktasında iyiliğin peşinde koşan; gerçeği en ince ayrıntısına kadar çözmeye
çalışan insanlar var oldukça ne
insanlığa ne de ekolojiye bir şey olmaz düşüncesi sizi sarıyor. Bu tarz insanların
en nihayetinde aile saadetleri bile sarsılıyor ama o insanların sağlam
düşünceleri hiçbir zaman sarsılmıyor. Evinin penceresinden karşı yoldaki mutlu
aile tablolarını izleyip hayıflansa da çıktığı yoldan hiç dönmüyor. Hep söylenilen
bir laf vardır gerçeğin er geç ortaya çıkma gibi kötü bir huyu olduğuna dair. Bu
söz bu filmde daha da ayan beyan ortaya çıkıyor.
Yorumlar