Çekap
Sürekli bir telefon, hastanenin
birinden. “Size yüzde elli tenzilatla bir çekap yapalım.” “Hasta mıyım
ben?” diye haykırmak gelse de içimden
“yok teşekkür ederim diyerek geçiştiriyorum her zaman ki gibi” on beş gün sonra
yine bu zamanlarda aynı kadın sesi arayacak ve soracak kibarca baştaki cümleyi:
“Size yüzde elli tenzilatla bir çekap yapalım.” Odamın içini dolduran kış
güneşi gözlerimi ve dahi gözbebeklerini bile kamaştırmışken koltuğa yığılıp
kalıyorum. Ölmeden önce son kez bir çekap yaptırmalı mıyım acaba. Kahvemden bir
yudum alıp işime dönmeye çalışsamda nafile. Bütün konsantrasyonum gelip
düğümlendi işte o “çekap”a gözlerimi kapatıp başımı yaslıyorum. Biraz uyusam mı
ne. Duvar saatinin tik takları bu kez yalnız bırakmıyor ki beni. Tik tak çekap.
Tik tak çekap. Belki de aniden bir hastalık ruhumu, vücudumu saracak ve
öleceğim. Bu kızın da içine doğdu ve beni aradı diye beynimin küçük bir
tepesine kuruluveren şüphe otağı oradan hiç kalkmıyor. Avuçlarımı gözlerimin
önüne getirip inceliyorum. Avuç içlerinde yazarmış ya yaşam çizgisi. Bir şeyde
çıkmayacak belki ama. Kısa gibi geliyor ayalarımdaki çizgiler. Haydi diyorum.
Toparla kendini çalışmalısın ve mutlaka
ama mutlaka bir gün de yüzde elli tenzilatı kaçırmadan bir “çekap”
yaptırmalısın.
Yorumlar