Bir Ruh Macerası-Ayşe Şasa
Acılar bir şekilde gelip başucuna kuruluyor ömrümüzde. Acılar bize kim olduğumuzu hatırlatıyor belki de. İnsanın ömrü içerisinde yaşanacak ne varsa bir şekilde yaşanıyor. Yıllar elimizden kayıp gidiyor. Geçmişi düşündükçe acılar geliyor, zihnimizi kurcalıyor ama şimdiki anın ümid vericiliği bir sekinet katıyor. Sekinet, Şasa’nın dediği gibi mucizevî bir şey.
Cuma günü Mustafa Ulusoy bu kitapla ilgili çok doyurucu ve ayrıntılı bir yazı yazınca açıkçası üzerine bir şeyler eklemek istemedim. Onun hayatının kronolojik bir özetini yapmış Ulusoy zaten.
Kitabı ilk kitapçıda gördüğüm anda sinemaya uzun yıllar emek vermiş bir insanın hayat hikâyesini okumak heyecanıyla elime aldım. Türk sinemasının altın yıllarında yazdığı senaryolar ve diyaloglarla ekol olmuş bir hanımın hayat hikâyesi her bakımdan ilginçti.
Kitabı okumaya başladığınızda anlıyorsunuz ki, yalnızca sinema ile ilgili emek harcamış bir insanın hayat hikâyesinden ziyade İkinci Dünya Savaşı sonrası bir Türk toplumu röntgenini bize çekiyor. Toplumun yaşadığı acılar, neslin modernizmin doğru dürüst hazmedilmeden üzerlerinde denenmesi sonrasında kaybolması ve tüm bunların içinde küçük bir kız çocuğunun başından geçen acılar okuyucuyu derinden sarsıp hüzne gark ediyor.
Batılılaşmayı çocuklarını Avrupa’dan gelen yabancı mürebbiyeler elinde büyütmek olarak algılayan ebeveynin bir çocuğun bütün bir ömrünü olumsuz bir biçimde etkilemesinden bahsediliyor kitapta. Sonrasında böyle bir korku tünelinden geçen çocuğun ilk gençlik yıllarında her şeye karşı gelmesine varıyor iş. Korkularını bastırmak için haşarılıklar, çalçenelikler ve muziplikler yapmakta. Aptal diyerek alay edilen bu çocuk, sıkı ve acımasız bir disiplinin çarkları arasından kurtulmanın rahatlığıyla kendini öğrenmeye ve hayatın anlamını kurcalamaya sürüklüyor.
Böyle zulüm çemberinin içerisinde anneanne, dayı ve bazen bir arkadaş veya yazar onun için umut ışığı oluyor. Lakin korkular, küçük bir çocuğun yaşamını öyle olumsuz etkilemiş ki içinden söküp atamıyor. Korkular gelip sıkıştırıyor arada sırada. Akıl hastaneleri, psikiyatri servisleri ve sinema setlerinde cinnet halinde uzun yıllar geçiyor.
Başta da belirttiğim üzere, Mustafa Ulusoy kitabı o kadar güzel anlatmış ki üzerine bir şeyler söylemek istemiyorum. Kitapta bazı olaylar ile ilgili aklıma geldikçe bir şeyler karalayacağım ama bu kitabı kesinlikle okumanızı salık veririm.
Hayatı sevmek ve hayata tutunmak için umut ışığı bu kitap.
NOT: Nehir söyleşi tarzı sayılabilecek bir şekilde oluşturulmuş bu kitapta söyleşiler tek kişi tarafından değil üç kişi tarafından yapılmış. Bu kişilerden Berat Demirci’ye kitaplarından, Leyla İpekçi’ye ise köşe yazılarından aşinalığı olan birisiyim. Nehir söyleşilerde farklı kişiler tarafından sorulan soruların kitabın bütünlüğü ile ilgili bir sıkıntı oluşturduğu kanaatindeyim.
Keşke bu kitabın daha ayrıntılısı tek bir kişi tarafından uzun bir süreye yayılarak yapılsa...
Yorumlar
keşkenizi sadık bey gerçekleştirir:))
dokunduğu her şeyi kitaba dönüştürüyor
şimd sitesinde gördüm kurtlr vdisi ile igli canbolat diye bir şey daha derlemiş maaşaallah diyorum:)
canpolat'ı merak ettim doğrusu. ilginç :)
Beşir Ayvazoğlu, defterimde kırk surette Şasa'nın yaşamını trajedi olarak belirtir.
@Dalgaları Aşmak
anladığım kadarıyla hatırat seviyorsunuz. o yüzden memnun kalacağınıza eminim.
sevgiler selamlar...
Acaba haniemefendinin hangi tarikata mensup oldugu hakkinda malumatiniz var mi?