Kayıtlar

Haziran, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bal'ın Senfonisi...

Resim
Senfonik bir çocukluk Yusuf’un yaşadığı. Çay bahçeleri, sırlı orman, evin altındaki kutlu atölye. Sonra, boş bir sınıfta tek başına tılsımlı şiiri okuyan kız. Sabahları içilen ılık süt. Az pişmiş yumurta. Göğe açılan bir kapı. Yusuf, bu ortamın içinden gelip şair oluyor. Tüm bunların üzerine binen baba özlemi. Ve bal… Ve arı. Bal’ı seyrederken hep nutkum tutuluyor. Bal ile yunuyor dört bir yanım. Daha çok yazılacak var… Ama etkisinden çıkmalıyım önce bal evreninin.

'Çoğunluk' üzerine değinmeler...(2)

Resim
Mertkan’ın hikâyesi seyrettiğimden beri içime oturdu. Aslında hisli bir çocuk Mertkan. Gizli de olsa yatağıyla komodin arasında çöküp ağlayabiliyor. Dertli dertli içiyor. Düşünüp taşınıyor. Hepimizin yani tüm erkeklerin evlenene kadar yaşadığı baba-oğul ilişkisini en sertinden yaşıyor. Bunu filmin başlarında abisine de söylüyor. “sen evlendin kurtuldun” Mertkan, daha askerlik ritüelini tamamlayacak, babasının istediği kızla evlenecek. Yani evlenmekle de kurtulacağa benzemiyor. Yazgısı göbeğinden bağlı genç erkeklerden Mertkan. Aşk, Mertkan için belki çok erken geliyor. Beklenmedik anda. Zaten öyle değil midir? Ümüğünü sıkıyor. Bağlıyor kendine. Bir memleket meselesi işi kördüğüme çeviriyor. Bir tarafta orta sınıfın tuhaf ayinleri, diğer tarafta kırsalın töreleri kesip atıyor bu ilişkiyi. Mertkan için bu bulunmaz bir fırsat mı onu ilerleyen yaşamında görebiliriz ancak. Çünkü hem aşkın baskısı hem de baba baskısı birinden kurtulmayı gerektirebiliyor. Yakıcı hisler gece yarısında tetikles

Aşk Hep Geç mi Gelir Evrenime?

Resim
Ayaklarımın beni zorla götürdüğünü hissediyorum. Yine sinemaya tek başıma gidiyorum. Yine hiç kimsenin seçmeyeceği, gözyaşlarımın yanaklarımdan omuzlarıma düşeceği bir aşk filmini seçip; koskoca salonda belki benim gibi ruh haline sahip insanlarla ya da yeniyetme aşıklarla izleyeceğim. Kocaman salonda koltuğa gömülüp, bedenimi koltuğun üzerinde bırakıp ruhumla perdenin içerisinden filmin derinliklerine ineceğim. Sert bir gong sesiyle verilen arayla mıhlandığım yerden kalkamayacağım. Sonra verilen arada aldıkları kola ve patlamış mısırları keyifle ve büyük bir gürültüyle götüren neşeli çiftleri umursamadan kendi hüznümün selinde boğulacağım. Seçtiğim film belki hüznümü katlayacak türden. Tam bir aşk filmi değil. Hayata tutunamayan üç kadının öyküsü. Kimi kayıp gidiyor bu hayattan, kimi ise uzaklaşmak istedikçe en merkezine doğru bir güç tarafından çekiliyor. İradesizce bir çabayla salona giriyorum. Yergöstericinin istediğiniz yere oturabilirsiniz sözünü gelişigüzel dinliyorum ama yine d

KumGöz

Resim
Uyuyamıyorum. Gözlerimin içinde kum taneleri. Kapattığım zaman kumlar dışarı sızıyorlar. Doktara gidiyorum. Doktor diyorum. Gözlerim kum çanağı. Artık kapatamıyorum bile. N’olur bir yardım et. Doktor, bana bakıyor ve gülümsüyor. Doktor sonra başını öne eğip reçeteye gülümsüyor. Elinde reprezant eşantiyonu parlak turuncu bir kalem. Gözlerim kum dolu evet ama görüyorum kalemi. Bilmiyorum işte. Tekrar gülümseyerek reçeteyi bana uzatıyor. Reçetenin üzerine gözlerimden kum taneleri düşüyor. Reçeteye bakıyorum. Kargacık burgacık bir sürü kelime. Okuyamıyorum doktor! Okuyamıyorum…

Acz'e ve Acı'ya....

Resim
Fotoğraf: Safa Demir