Kayıtlar

Nisan, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hayat Var ve Gündem

Resim
Taciz ve tecavüz haberleriyle bu kadar kirlenmiş bir gündemin içerisinde ne söylesek bazen boş oluyor. Böyle zamanlara denk düşen filmler vardır ya. Eliniz onun üzerine gider ve seyretmek istersiniz. O iç karartıcı zamanlar için yol gösterici ve içinizdekini en iyi ifade eden filmdir. Reha Erdem’in sondan bir önceki filminden bahsediyorum. Hayat Var! Hayatımızın içinde yaşayan yüz binlerce çocuktan biri o. Annesiyle babası ayrılmış, hasta dedesi ve kendine sorumlu babasıyla yaşamak için bir hayata tutunmaya gayret ediyor. Hayat, hayatta ne olmak istiyor. Ne için bir yaşam kurmak istiyor ve hayatın anlamından anladığı ne gibi sorular var. Tüm bunları hiçbir zaman tam olarak anlayamıyoruz. Komşunun yaramaz piçleri, köşe başındaki bakkal ve mahallemizdeki bir sürü insan onun yalnızlığını ve biçareliğini istismar ediyor. Yetişkinlerin gözünde hiçbir kötülük derecesinin içine giremeyecek insanlar bu istismar başkaları tarafından bilinmediği müddetçe huzurla yaşamaya devam ediyorlar. Ahmet T

Kıskanmak (2009)

Resim
Uzun zaman oldu odunun çıtırtısını duymayalı. Küçük bir şöminenin başında ellerini ateşe uzatıp o sıcaklığı hissetmeyeli. Filmin benim açımdan ilk akla gelen görüntüsü bu görüntüler. Siyah ve gri renklerin hâkim olduğu bir kent Zonguldak.(şimdi o şehre gitseniz manzara yine aynı değil mi?) Roman, Seniha isminde çirkin bir kadının yaşamı boyunca ağabeyinden intikam almaya çalışması üzerine kurulu; filmde ise, bu intikamın dönüm noktası ile ilgili bilgilere ulaşıyoruz. Uzun yıllar boyunca ağabeyinin yanında bir sığıntı olarak yaşamış ve eline geçen fırsatlar bir şekilde yakışıklı ve başarılı ağabeyinin sayesinde hiç olmuş bir kadının son adımda uysal ve sakin duruşunu hiç bozmayarak giriştiği intikam alma serüvenine bakıyoruz. Romanda aslında bu intikam serüvenin birçok nedene dayandığını görerek Seniha’yı haklı görebiliyorken filmde Seniha’nın ağabeyinin karısı Mükerrem’i yolların ayrılma noktasında yalnız bıraktığı o diyalogda çokta mantıklı görmüyoruz. Seniha o diyalogda romanda başın

A.Esra Yalazan'ın Bal Hakkındaki Yazısı...

Resim
A.Esra Yalazan , önemsediğim ve her hafta yazdıklarını okumaya çalıştığım bir yazar. Edebiyatın o sükûn veren ikliminde akan bir ırmağın kenarında yazdığı yazılarla okuruna huzur veren bir yazar o. Bal film hakkında yazdığı yazı, son zamanlarda okuduğum en iyi sinema yazısıydı. Bir filmin içine işleyen ruhu ince ince ortaya çıkaran yazıdan bazı bölümleri aşağıya aldım. Çok az konuşulan bir filmde, korkunun, endişenin, kıskançlığın, umutsuzluğun, sevmenin, çaresizliğin, heyecanın, hayal etmenin, inanmanın, vazgeçmenin, kabullenmenin, beklemenin, yorulmanın, ümidin, şefkatin, mahremiyetin, acı çekmenin, mutluluğun ve daha pek çok duygunun yansımasını kendinize tuttuğunuz aynada görüyorsunuz. Kimileri bu dingin anlatımı sinema sanatıyla ilgili bir tercih olarak yorumlayabilir, kısmen öyledir ama bana göre bu yüzyılda benzerine kolay rastlanamayacak müthiş bir cesaret gösterisi Bal. Dünyanın çürümesinden hiç etkilenmeyen, zamanın altın tozuyla harelenmiş büyülü bir masal... … Hiçbir şey bi

Bozkırın Uzak Bahçeleri

Resim
Ethem Baran, bozkırda büyümüş bir delişmen çocuk. Yazdıkça yazıyor sarı bozkır akşamlarını. Kavuran ve kalp oyan yaz sıcaklarını. Hikayeye başlıyor sonra bir işaret fişeği atıp kahramanın gizli yanlarını aydınlatıyor; okuru o yöne doğru ağır aksak ilerlettikten sonra ani bir hareketle dönüp eki hikayeyi kulağımıza fısıldıyor. O bozkır akşamlarını, kırılan okulları, kuru otların arasında güneşe doğru çılgınca koşuşmaları ben de biliyorum. İlk gençlik aşklarını bizde yaşadık kesik soğuklarda. Püsküllü bir impala hep hayalimizdeydi. Her mahallede bir deli vardı. Derinleştikçe delirenlerden… çocuklar minareye gizlice çıkar sonra da inemezlerdi… Ethem Baran bozkırı yazıyor. Yazdıkça beni de yazıyor seni de… Gözlerinin içine bir baktı mı, aklından geçenleri, içinde sakladığı en gizli düşünceleri bile bilirdi annesi. Dışarı çıkmak, ayağıyla iyice toprağa gömüp sakladığı misketi, yağmur toprağı oyarak yerinden çıkarıp götürmeden ve hazır dışarıda kimseler yok, herkes evlere dağılmışken, sessiz

Onur Ünlü Filmlerinde Olmazsa Olmaz 11...

Resim
Onur Ünlü filmlerinde olmazsa olmaz 11 faktörü sıraladım. Bunlar olmazsa bir Onur Ünlü filmi olmaz ol(a)maz. 1- Filmlerindeki en önemli unsur ironidir. İroni olduğunu bilmeden onun filmlerini izlerseniz hep biraz umutsuz ve ‘kötü film izlemiş hissi’ ile ayrılabilirsiniz. Kendi hayat görüşünü ironi de katarak izleyiciye ulaştırır. 2- Şiir olmazsa olmazıdır. Filmin kahramanı her durumda ve şartta şiir okumadan duramaz. Ruh değiştirir, tehdit alır ama yerini zamanını denk getirdi mi patlatır birkaç mısra. Bunun yanı sıra kahramanın kendisi de edebiyat öğretmeni ve şair olabilir. Öğrenciye ders verirken, sokakta biriyle konuşurken, zor durumdayken gökyüzüne şiirden kelimeler karışır. 3- Esas kahraman hep erkektir. Kadınlarla başı beladadır. Sürekli âşık olur. Bir güzel gördü mü bakmadan geçemez. Diğer yandan kadınları çok ta ciddiye almaz görünür. Varsa yoksa kendisidir. 4- Ölmekten çok korkar onun filmlerindeki insanlar. Ölüm geldi mi başucuna çaresizce boyun büker ve tevekkül eder. 5- Öl

Hikayelerin En Güzeli

Resim

Başka Dilde Aşk (2009)

Resim
Konuşmak kara dilin erkeğin ve kadının Birbirine tutuşmuş iki ele yabancı biri gibi konuşmak Konuşmak mutluluğun çılgını gibi Öpücüklere benzemeyen sözcükler var ya İşte o sözcükleri yitirmiş bir ağzın dili ile konuşmak Tüm bunlardan yakınan bir edayla konuşmak * Korkunç gecelerden bahsetmek istiyorum size. Korkunç bir gece. Bütün yeryüzünü sığ bir karanlığa mahkûm eden gece. Hatırlamak istemediğim, hiç unutamadığım ve birileriyle paylaşmak istediğim o gece. Konuşmak istedim ama konuşamadım. Hissettiklerimi anlatamadım ki… Sessizlik en çok kütüphanelere yakışır derler. Bir dolu kitabın içine gömülmek için sükût şarttır. En ufak bir tıkırtı biler rahatsız eder insanı. Kitapların dünyası öyle her laubaliliği kabul etmez. Böyle bir kütüphane içinde sağır olmak idealdir aslında sağır biri olarak çalışmakta. Sadece kitaplar da yetmez insana. Ruhunu, beynini doldurduğu heceler, sözcükler ve resimleri anlatmak ister hislerini boşaltacağına. Bunun kim olacağına zaman karar verecektir. Zaman

Başka Dilde Aşk ve Şiir...

Resim
Gece öylesine elime bir film geçti ve seyrettim. Gece, sırf can sıkıntısını gidermek için bir film seyretmek istedim ve Başka Dilde Aşk ’ı seyrettim. En çok evinden dışarı adım atamayan şair Kâmuran’ın öyküsüne takıldım. Filmin genelinden büyük bir lezzet aldım ama Kâmuran’ın dramı başka etkileyiciydi. Ablası filmin bir sahnesinde onun uzun yıllardır neden evden çık(a)madığını anlatıyor. Kâmuran, her gece sabaha karşı nefis şiirler yazıyor. Kâmuran, unutamıyor. Unutmak istese de aşk’ı böğrüne düğümleniyor. Kâmuran, yazdığı şiirleri yayınlamaktan da imtina ediyor. Buruşturup apartman boşluğuna atıyor. Kamuran, hatırlanmak için yazmıyor. Unutabilmek için karalıyor kâğıtları. Unutabilmeyi umut ediyor. Mert Fırat ve İlksen Başarır, bir arada Kamuran’ın umut etme zamanlarını anlatmalılar… Filmin tam orta yerinden şiir vapuru geçiyor. Onur, Zeynep’e Aragon’un bir kitabını veriyor. Ve bir mısrayı da ilk sayfasına yazıyor. Zeynep, kitaptan okuduğu birkaç mısrayı Onur’a işaret diliyle anlatıyor

Matur'dan Kaplanoğlu'na Dair...

Resim
Bejan Matur'un gözüyle 'Bal' filmi ve 'Kaplanoğlu Sineması'. Yazı benim çok hoşuma gitti. Bir şairin gözüyle ' bir şair üçlemesi 'nin analizi gerçekten okunmaya değer. ... Semih'in filmlerini diğer başarılı sinemacılardan mesela Nuri Bilge Ceylan'dan ayıran en önemli özellik filmlerindeki iyilik teması. Çünkü Semih, ruhun alanını iyilik ön kabulüyle ele alıyor. Varılacak yerde hep iyilik görüyor. Onun şeylere yaklaşımı, mekana, nesnelere, insana yaklaşımı çok sessiz görünse de gerisinde büyük bir dil var. Atmacanın, ormanın, derin ağaç gövdelerinin, masaya konan kırmızı elmaların, masa örtüsünün var olduğunu bizimle kurdukları fasılasız ilişkiden anlıyoruz. Bizimle konuşuyorlar çünkü onların varlık perdesi, izleyiciye aktarılmak üzereyönetmen tarafından kaldırılmış. Manayı kelimenin kalbine indiren nedenleri sezen bir yönetmen olarak Kaplanoğlu izleyicisine görünenin gerisindekini aktarıyor. Şiirin alanı o. Yüksek idrakin alanı. Bu idrakin yansımasın

Neşeli Hayat (2009)

Resim
Neşeli Hayat’ı akşam DVD de izledim. Büyük övgülere mazhar olmuştu Neşeli Hayat. Yılmaz Erdoğan ’ın sinema serüveni için önemli bir köşe taşı oldu ve bundan sonraki serüvene de yol verecek önemli bir film. Onun sineması ve izlediği yol hakkında daha sonra uzun bir yazı yazmayı düşündüğümden şimdilik bu ayrıntılara girmeyi düşünmüyorum. Neşeli Hayat, Hollywood sinemasının sürekli yaptığı Noel filmlerine benzer Noel Baba hikayesi temelli bir film. Tek farkı yeni yılın ve Noel’in bu topraklarda yaşayan insanlar için ne anlam ifade ettiği ile ilgili. Gerçi baktığımız zaman gelir farkının çokça açıldığı bizim gibi ülkelerde her kutlama trajediyi de komediyi de bir arada barındırabilmektedir. Erdoğan, bu damarı güzel bir yerden yakalamış ve hikâyesini çeşitli yan öykülerle zenginleştirmiş. Yan öykülerden bahsetmeden önce filmin esas öyküsünden bahsetmek gerek. Yıllar önce binlerce kişiyi mağdur etmiş bir piramit tarzı yapılanan bir organizasyonun haberinden(ya da davasından) ilham alınarak o

Ethem Baran ve Taşraya...

Resim
Ethem Baran’ın öykülerinde düpedüz taşra var işte. İstanbul’u da anlatsa kıyıdan köşeden. Mutfak masasına üzerine serilmiş muşambanın üstündeki kalıcı yemek lekeleri gibi taşralılık. Büyük bir kente de gitseniz üzerinizden silinmeyecek izler kalıyor. Ama bu izler güzel ve lezzetli izler yermek lekeleri gibi. Saklamakta istiyor olabilirsiniz arada. Girdiğiniz bazı ortamlar yahut mekânlar bu lekeler için uygun olmayabilir. Bu lekeli zannettiğimiz taşra gömleğinin üzerine bir ceket giyip kamufle ediyorsunuz. Taşra, Baran’ın romanlarında hep hafif yaralı. Ağır yaralı demiyorum çünkü ağır yaralılık hali taşra için insafsızlık olur. Bir umut vardır. Uzakta deniz kenarında bir taşra kasabasında gelişigüzel inşa edilmiş ve estetikten yoksun binalarının gölgeliklerinde palamut için kayık imal ettirir bu umut. Esrar çekmişliği de vardır eski zamanlarda. Mahpus damını tatmıştır. Ailesinde kimse ona inanmaz ama hikâyeci omzunu atar taşranın dertlisine. Zengin kotralarının arasında bir fikir için d

Çay Bahçesinde Eşkıya - 1

Resim
Hava kararmak üzereydi. Dört kişiydik hatırladığım, belki de beş. Beşinci kişi konusunda neden şüpheliyim bilemiyorum. Sevmediğim biri miydi? Yoksa o sıralar da takıştığım biri mi? Hafızam tamamen durmuş. Havanın hafiften serin olduğunu iyi hatırlıyorum ama. Üzerimde lacivert bir mont olduğunu da. Kalabalık hızlı adımlarla kentin meydanını boşaltmakta ve bu bizi acayip bir şekilde meraklandırmakta. Soruyoruz, meydanın kuzey köşesindeki büfeye. ‘ne o bilmiyor musunuz’ suratıyla cevaplıyor. Akşama film var ya ondan diyor. Film deyince heyecanlanıyorum. Beynim ışık hızıyla bir sürü filmi tahmin ediyor(hafızam zayıf değilmiş). Taxi Driver olmasa keşke diyorum onu şimdi böyle bir anda seyredemem. Yanımdaki arkadaşlardan biri ne diyorsun diye soruyor. Bir şey yok diyip geçiştiriyorum. Müşteriye bir paket sigarasını uzatıp parasını alan büfeci ‘Eşkıya’ diyor. Hani şu Şener Şen’in oynadığı film var ya. Beynimin içinden geçen filmler arasında bu var mıydı diye tekrar beynimi arattırıyorum. Yokm

Güneşin Oğlu

Resim
Onur Ünlü ’nün ikinci uzun metrajlı filmini seyretmeyeli uzun zaman olmuş. Pazar akşamı kanalları karıştırırken televizyonda karşıma çıkınca şaşırdım. Filmin ilk başlarında nereye gideceği belli olmayan bir konu sonlara doğru izleyicinin zihnini iyice kendine çekiyordu. Ellilerde güneş tutulması esnasında doğan birkaç insanın yeni güneş tutulmasında ruh salınımları ile ilgili hoş bir film Güneşin Oğlu . Ben filmde en çok izbe bir otoparkın üzerine çıkıp ta İstanbul’a karşı şiir gürleyen Haluk Bilginer’i sevmiştim. aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci, üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten; ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci? hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten. iyi nişan alırdı kendini asan zenci, bira içmez ağlardı, babası değirmenci, sizden iyi olmasın, boşanmada birinci... -çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen Onur Ünlü sinemada kendine has duruşunu bozmadan usul usul ilerliyor. Son zamanlarda bir de Acı Aşk isimli filmin senaryosu da onun elinden çıkm