Kayıtlar

Nisan, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bizansiyya'da Bahsi Geçen Filmler...

Resim
İlkönce Nicholas Roeg ’in Performance kült filmini izledik. Mick Jagger, Anita Palenberg, Marianne Faithful konusu bizi bir süre açtı. Fakat o kadar leziz dedikodular dönüyordu ki Wim Wenders ’in filmi(büyük ihtimalle Wenders’in 1970 yapımı Summer in the City olabilir)güme gitti.(17) … Evliliğimizin onuncu yıldönümü… Sabah biraz hastaydım, sonra geçti. Televizyonda Oscar gecesi. Sonra Ve Işık Vardı isimli bir film…(1946 yapımı bir belgesel film. Tabii eğer Müldür’ün seyrettiği ve bahsettiği bu filmse. Bilemiyorum.)(30) … -Amina hangi milletten? Diye sordu Lidya. Fransa’da yetişmiş bir Faslı. Şu Yüksek Ökçeler ’i(orijinal adı Tacones Lejanos olan 1991 tarihli bu filmde sanat yaşamı ve kariyeri için kızını ihmal etmiş bir aktrisle, annesinin şöhretinin gölgesinde kalmış ve günü gelince bunun acısını çıkarmaya çalışan bir kızın hikayesi anlatılır) yapan İspanyol yönetmenin de çok hoşuna gidiyormuş. Adı neydi? - Almodovar ! dedi Murat, gözleriyle kalabalığı yarmaya çalışan Orhan’ı izley

Adem'in Trenleri (2007)

Resim
Bazen böyle istemeden seyrettiğiniz filmler olur. Sinemalarda oynamıştır ya da DVD si çıkmıştır ama hiç ilginizi çekmez. Belki oyuncuların üzerinizde bıraktığı yorgunluk ve bıkkınlıktan kaynaklanabilir bu. Sık sık gazetelerde yahut televizyonların abuk sabuk programlarında karşılaşmak zaten sizi yormuş ve yıpratmıştır. Ama kaderden asla kaçamazsınız. Bir gün/gece hiç ummadığınız bir anda elinize böyle bir filmin DVD si geçer. Artık anlarsınız ki bu film seyredilecektir… Açıkçası filmin yönetmeni ile ilgili önyargım yoktu. Başta dediğim gibi tüm önyargı oklarımı filmin oyuncu çifti için tüketmiştim zaten. Bu kadar girizgah fazla oldu biliyorum ama ne yapabilirim. Öznelliğin beynine tavan yaptığı bir izleyici ilk başta kendini bu kadar neden açık eder ki? Belki izledikçe önyargıları kaybolabilir. Film, bir gece yarısı ıssız bir tren istasyonuna kara bir trenin yanaşmasıyla başlıyor. Bir adam ve gerisinde bir kadın ile bir kızcağız. Ramazan dolayısıyla kentten ve kasabadan uzak kalan ist

Bir Tarihçi Olarak Kemal H. Karpat...

Resim
Çocukluktan itibaren tarihe olan ilgisini açıklarken; çevresinde tüm insanların ve ailesinin soylarının büyük maceralar ve öyküler sonrasında Dobruca’da sonlandığını belirtmiş ve bu bilince sadece kendisinin sahip olduğunu söylemiştir(63). Böyle bilince sahip bir çocuk, yaşamının ileri aşamalarında bu konu ile ilgili çalışacak, düşünecek ve üretecektir. Bu konuda özellikle Balkanların çözülmesi ve milli tarih tezleri ilgisini çekecektir. Milli tarihlerin ortaya çıkması ve bu milli tarih üzerine tarih yazımının milliyetçi bir eksende ilerlemesi Osmanlı’nın Balkanlardaki hâkimiyetini kaybetmesinin ön önemli nedenlerindendir(501). Karpat, Türk Tarihinin yazımı açısından en öncelikli meseleyi Milli Tarih tezi olarak görmüştür. “Unutmayınız, ‘Türk Milli Tarihi’ diye bir tez hala ortada yoktur. Bunun ana nedenlerinden bir tanesi de kopukluktur. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bilhassa Osmanlı, o tarihi yazanlar tarafından kötü gösterilmiş, modern Türkiye’nin Osmanlılarla ilgisi adeta sı

Kung Fu Panda (2008)

Resim
Bir yere ait olmamak ya da olamamak. Panda’nın derdi nedir? Kung Fu öğrenip kendini göstermek ve herkesin beğenisini kazanmak mı? Yoksa hayatta en sevdiği şeyi yapıp mutlu olmak mı? Rüyalarına giren ve ailesini terk edecek kadar çok sevdiği tutkusu onu nerelere sürükleyecektir. Panda’nın aslında hayallerinin peşinden gidebilme yetisi vardır ancak peki ya sadece bu cesaret her şey için yeterli midir? Tutkusu ve ideallerine bağlılığı sayesinde fiziği onun için önemli değildir. Kafasında her şeyi bitirdiği için zaten bir gün o fizikte kıvama gelecektir. Ama kendi küçük topluluğunun içerisinden çıkıp daha elit ve soylu bir topluluğun içerisine tepeden inme bir yöntemle girdiğinde büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı da onun peşinden gelecektir. O elit topluluk içerisinde kimse onu kabullenmek istemez. Onu sadece dış görünümüyle yargılarlar. Adı üstünde bir pandadır o. Ne yapsa ne etse bir yararı yok. Çekip gideyim der ya da yuvarlanıversem şu ucu bucağı görünmeye merdivenlerden. İlahi Bi

Pazar: Bir Ticaret Masalı (2008)

Resim
Sinopsis : 90’lı yılların başında Doğu’da bir şehir. Doğuştan ufak bir tüccar olan Mihram, ne istenirse onu bulmasıyla nam salmıştır. Büyük işler bağlamak için birçok fikri vardır ama bu fikirleri hayata geçirecek sermayeye sahip değildir. Yöreye yerleştirilen telefon vericilerini gördüğünden beri aklını cep telefonu satan bir dükkan açmakla bozmuştur. Bir gün, kasabadaki dispansere ilaç taşıyan kamyonun soyulması üzerine çaresiz kalan hekim Mihram'dan karaborsa ilaç bulmasını ister. İlaç acilen çocuklar için gereklidir. Mihram bu durumu hayatını nihayet değiştirebileceği bir fırsat olarak görür. Kamu parasıyla kumar oynayacak, ona bu süreçte eşlik edecek amcası Fazıl’ın yaşadığı Nahçivan’a kaçakçılık yapacaktır. Eğer kaybederse toplumdan dışlanacağının farkındadır, ama kazanırsa hayal ettiği işi kuracak kızına ve karnı burnunda karısına daha iyi bir gelecek hazırlayacaktır. Ancak Mihram iki şeyi hesaba katamaz: Mihram’ın attığı her adımı dikkatle izleyen ve “Ay’ın ışığını nereden

Bir Göçmen Olarak Kemal H. Karpat...

Resim
Kemal Karpat, ‘Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm: Kırsal Göç, Gecekondu ve Kentleşme’ isimli kitabında -kırdan kente göçün doğurduğu gecekondulaşma ile yaşanan toplumsal dönüşüm ve kentleşme olgusunu incelemektedir. Sözkonusu kitap, ‘The Gecekondu: Rural Migration and Urbanization’ ismiyle ilk kez 1976 yılında yayınlanmıştır ve ülkemizde yayınlanması için yaklaşık 30 yıllık bir süreç geçmiştir. Karpat’ın özellikle göçler ve göçlerin toplumların üzerinde yarattığı etkiler üzerine yaptığı araştırmaların kendi hayatında mutlaka bir karşılığı ve bilinçaltına yansıması vardır. Çünkü, hayatı hep yolculuklar ve göçler üzerine hep gurbette geçen bu insanın kendi hayatından yola çıkarak göçler ve toplumsal dönüşüm üzerine araştırmalar yapması doğaldır. ‘Meğerse ayrılık ezeli yazgımmış, çünkü ondan sonra bir yerde bir daha uzun müddet kalmak nasip olmadı. Aile şefkati görmedim.’ (74) Hayatı ile ilgili böyle trajik bir tanımlama yapan Karpat Hoca’nın aslında ailesi de göçler yoluyla doğduğu bölgeye y

Bizansiyya üzerine notlar...

Resim
Otobiyografik roman tanımlamasının tam oturacağı bir kitap dersek çok önemli bir şey söylemiş olmam çünkü Lale Müldür'de tam bundan bahsediyor. Yıllar önce kaleme aldığı günlükleri ile çekmecesinin bir kenarında duran roman projesi birleşiyor ve ortaya yarı otobiyografik bu roman çıkıyor. Mesela bir yerlerde ileriki hayatı ile ilgili önemli bir hedef koyuyor. ‘On dokuz yaşındayım, üstümde mini etekli bir elbise var, saçlarım uzun ve siyah. Yanımda bana her türlü kapıyı açabilecek kadar ayrıcalıklı bir Amerikan diploması ve kafamda sadece iki şey var: şiir ve onun gibi biri’ Daha sonraki satırlarda ‘ şiir ve onun gibi biri ’ her daim karşımıza çıkacak ve onun yaşamının yönlendirilmesinde en önemli iki temel yükselme tahtası olacaktır. Öncelikle, kitabın ismini çözümlememize fırsat vermeden kendisi tanımlıyor. ‘Bizansiyya, Bizans’la Konstantiniyye’nin birleşiminin adı.' Müldür kimi zaman yemek tarifleri notlarını bizimle paylaşıyor kimi zamansa kendi hayatından önemli ayrıntıları

Mommo: Kız Kardeşim (2009)

Resim
Çocukken Beyşehir'de evimizin karşısında Ar Sineması vardı. Harçlığımla haftada bir gün sinema bileti, yanında da Bozdoğan gazozu alırdım. Diğer günler de, sinemanın dışarıya ses veren hoparlörünün altına oturur, dinlerdim. Sonra da izlemiş gibi arkadaşlarıma anlatırdım. Benim çok yakınımda yaşandı. Ancak yazmaya başlayana kadar kalbimde çok etkisi olduğunu anlamamıştım. İki kardeşin dramı yıllarca sürdü. Erkek, dede öldükten sonra İstanbul'da bir ailenin yanına gitti. Şimdi kız dört çocuk annesi, ağabey de iki çocuk babası. Ağabey, babayla sorunlar yaşadı, yine de vefasını sonuna kadar gösterdi. Mommo, aslında benim korkum. Çocukluk korkuları 60 yaşına gelmiş birisinde bile kalıcı oluyor. Çocukları bu tür şeylerle disipline etmenin yanlışlığına işaret etmek istedim. Mommo bir korku unsuru olsa da Ayşe'nin içindeki korku, sonunda gerçekleşiyor. Sinemada, olayların ajite edilip insanların sömürülmesine karşıyım. Bu hikâye, başkasının elinde çok başka türlü bir filme

Bir İnsan Olarak Kemal H. Karpat...

Resim
Bir insan olarak Karpat’ı çözümlemeye çalışırken öncelikle onun doğduğu yere bakarak; karakteri ve hayatının geri kalanına yaptığı etkiyi de daha kolay bir şekilde anlayabiliriz. Sarı Saltuk isminde Hacı Bektaş dergâhına mensup(15) bir dedenin Bizans İmparatorunun izni ve desteğiyle Karadeniz’in batısına yerleşmesiyle(503) burada Babadağ isminde bir kentinde doğuşuna da öncülük etmiştir. Karpat’ın anlatımıyla; İslam’ın en liberal, en hümanist ve aynı zamanda başka dinlere ve kültürlere hürmet edip onların arasında yaşadığı bir dönemin oluşmasında(16) ana sebep Sarı Saltuk’tur. Hoşgörünün zirve yaptığı bir coğrafyanın damarlarından beslenen Karpat’ın çocukluğu, ileriki yaşamına da rehberlik edecek önemli tanıklıkların yaşanmasının da önünü açacaktır. O’nun çocukluğunda, Ortodoks Hıristiyanların çoğunlukta yaşadığı bir yerde böyle bir toplumsal uzlaşmanın olması ileriki çalışmaları için rehberlik edecektir. Hemen her topluluktan insanın bir arada yaşadığı Babadağ’da, Yahudi toplumu, küçü

Uluçay ve Irmak

Resim
Issız Adam'da yönetmen sinemanın tüm kavramlarını istismar edercesine bir şeyler anlatıyordu. Daha önce burada sözkonusu filmle ilgili kadın-erkek ilişkilerini ele alan bir şeyler karalamıştım ancak filmi tüm boyutlarıyla eleştirmemiştim. Genel olarak filmle ilgili beni en rahatsız eden şey, özellikle seyirciye bırakması gereken yerleri bile gözümüzün içine sokma davranışının aleniliğiydi. İşin aritmetiğini, tekniğini bilmek bunları da kapsar mı? Aşkı, hazzı, cinselliği anlatırsın, anlatırken seyircinin hayal gücüne bırakacağın yerler olur bu hem izleyicinin zekasına güvenmektir hem de sömürüye mahal vermemektir. Ahmet Uluçay'ın ilk ve tek uzun metrajlı filmi buna en güzel örnektir. Bir mektupla aşkı, bir cevizle de hazzı ve cinselliği anlatır Uluçay. Sinemada bir mevzuyu anlatmak böyle bir şey olsa gerektir.

Lale Müldür-Alev Alatlı

Resim
Lale Müldür'ün Bizansiyya'sını okurken Alev Alatlı'nın romanlarındaki kadın karakterlerin bu kitaba sızdığı gibi bir hisse kapıldım. Müldür ve Alatlı'nın çok farklı görüşlere ve dünyalara sahip olup olmadığı hakkında bir fikrim yok ancak sanki Bizansiyya'da ki pembe etekli kız, Floransa'dan trene biniyor ve Elbruz'da istasyondan Gogol'un İzinde de ki Güloya olarak iniyor. Birisi daha neşeli ve konuşkan; diğeri daha ketum ve ciddi...

Otranto'da kalan Yeniçeriler...

Resim
' Şeyh-ül Müverrihin ' yani ' Tarihçilerin Kutbu ' olarak taltif edilen Halil İnalcık Hoca, katıldığı bir programda Fatih döneminde ‘Otranto’nun Fethi’ ile ilgili önemli anekdotlar aktardı. Gedik Ahmet Paşa (İnalcık Hoca, Gedik Ahmet Paşa’yı Napolyon’a benzetiyor) komutasında şimdiki Arnavutluk üzerinden geçerek İtalya’nın doğuya açılan çıkış kapısını fetheden askerlerden beş yüz kadarı fetih sonrası bu bölgeye yerleştiriliyor. Ancak Fatih’in ani vefatı sonrası Gedik Ahmet Paşa saltanat kavgasının ortasında kalıyor. Fatih’in oğlu Beyazıt tarafından İstanbul’a çağrılan Gedik Ahmet Paşa beş yüz kişiden oluşan bu askeri birliği orada bırakarak payitahta dönüyor. Daha sonra burayı geri alan Napoli Kralı, Otranto’ya yerleşmiş beş yüz kişilik yeniçeri kuvvetini tüm savaşlarında öncü kuvvet olarak kullanıyor ve önemli askeri başarılar elde ediyor. İlginç ve önemli bir ayrıntı… Belki de ben ilk defa duyduğum için bana ilginç gelmiş olabilir...

Hazan Mevsimi-Bir Panayır Hikayesi (2007)

Resim
Aslında güzel bir film konusu olabilecek bir durum var ortada. Taşralı bir genç ile yazın sonuna doğru kurulan panayırın genç şarkıcısı arasında başlayan bir aşk ve toplumun kabullenememesi ile panayır sahibinin elindeki sermayeyi kaptırmak istememesi üzerine ortaya çıkacak gerilim üzerinden devam edebilecek bir hikâye. Bir kere taşranın mevsimlik eğlencelerinden biridir panayırlar. Özellikle ülkemiz gibi tarıma dayalı bir gelirle döndürülen hanelere sahip taşrada, panayır harman sonrasında özellikle çocukların en önemli eğlencesidir. Televizyonun olmadığı zamanlarda panayır taşranın yazlarını şenlendirir. Şimdilerde televizyon ve internetin hayatımızın orta yerine yerleşmesiyle hem taşralı hem de şehirli çocukların hayatında panayır diye bir kelimenin karşılığı yok artık. Çocuklar ekran başlarında daha hızlı ve daha kırıcı eğlenceliklerle vakit dolduruyorlar. Filmimize dönersek; bir yol inşaatında greyder operatörü olarak çalışan genç bir taşralı ile panayıra gelen ama bu hayattan hi

Dağı Delen Irmak-Kemal H. Karpat Kitabı

Resim
Kemal Karpat’la yapılan nehir söyleşi kitabı ile ilgili geniş bir değerlendirme yapacağımı daha önce burada belirtmiştim. Kemal Karpat, uluslararası alanda hem çok tanınan bir bilim adamı hem da özellikle Osmanlı ve Balkan Halklarının tarihi üzerine yeryüzünde önemli referans kaynaklarından birisi. Onun hayat hikayesi ile ortaya koyduğu tarih yaklaşımının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sebepten 5 başlık altında Kemal Karpat’ı ve kitabını değerlendireceğim. - Bir İnsan olarak Kemal H. Karpat - Bir Göçmen olarak Kemal H. Karpat - Bir Tarihçi olarak Kemal H. Karpat - Bir Bilim Adamı olarak Kemal H. Karpat - ve Kitaptan önemli ayrıntılar...

Slumdog Millionaire (2008)

Resim
Oscar’da bir silme harekatı yapan Slumdog Millionaire’den sonra Mumbai’de hala bir çok ‘slumdog’ var diye bir haberle çıkmıştı Foreign Policy dergisi. Kapitalizmin sonuçları deseniz doğru bir analiz olur mu bilmiyorum. Çokkültürlülük veya kast sistemi mi slumdogların her geçen gün artışı. Hindistan çok kültürlü olarak bilinen ve bu çok kültürlülük üzerine kurulmuş bir ülke. Üzerinden Büyük Britanya dozeri geçmesine rağmen genç nüfusun dinamikliği ile hala en büyük ekonomiye sahip ülkelerden biri Hindistan. Özellikle bilişim sektörünün vardığı boyut, inanılmaz. Filmi izlerken öncelikle hafızam böyle geri dönüşler yaşıyor. Hindistan’ın sosyo ekonomik durumu ile ilgili ilkokuldan beri öğrendiğim tüm bilgileri sanki yeniden tekrar ediyorum. Boyle, bir çaycı gencin masalını anlatırken hızlı değişimin bir ülkeyi sürüklediği noktayı da önümüze görüntülerle ortaya koyuyor. Bu nokta şimdi nerededir ilerlemiş midir gerilemiş midir? bununla ilgili de bir şey söylemek güç. Çünkü Eylül 2008 kriz

"Bir Hayal Olmuş Sana"

Resim
Şehirden soyulunca çalı çitlerin sınırlarında, dere boyunca yürümüş, iki katlı kerpiç evin bahçesine kavuşmuştun. uzun, örgülü saçların, beyaz tenin, simsiyah badem gözlerin ve koltuğundaki kitaplarınla mahcup mahcup bakmış ben’i sormuştun. Ben’likten geçmek için uğramam gereken uğrakların birinde yolumu ve kendimi yitirmiştim. Annem bir merhamet ırmağı gibi akıyordu evimizden sokağa. Sokak hep bir insana açılıyordu. Açıkuçlu bir şehre. Saçlarına yine yırtılan bir çocuk yüzü yerleşmişti. Çocuk yağmur olup yağmağa başlamıştı. Yağmur çiçek bitirmişti. Acılarımızı dindiren bir çocuk bir yağmur ve bir çiçek halinde yağmıştın. Nigar. Sevgili çocuk. Yedi yıl sonra şehirlerarası otobüsün penceresinde astsubay eşini uğurlarken Görmüştüm. Kucağında ikinci çocuğun. Nemli, yapışkandı hava her zamanki gibi Dörtyol’da. Noterde çalıştığını söyledi yanımdaki Adam. Deliçay köprüsünü geçince bir yağmur hüzün indirmeye başladı. Şehirden soyulunca sadece otoban metal ve beton. Yorgun ve örgülü saçların g

Bir Seyahatten Arda Kalanlar

Resim
Tren yolculuğu yapmanın en keyifli yanlarından birisi de seyahat esnasında hareket serbestîsine sahip olabilmenizdir. İsterseniz yolculuk boyunca pencere kenarına mıhlanıp hiç görmediğiniz doğa güzelliklerini seyredebilir isterseniz bir vagonun içerisine kurulmuş lokantada afiyetle yemeğinizi yiyebilir isterseniz de sadece yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü üzere gazetenizi okuyabilirsiniz. Tabii ki genelde insanoğlu bir tek isteğinin yerine gelmesiyle tatmin olmadığından uzun tren yolculuklarında tüm bunları yapabilme imkânına sahipsiniz. Yüksek Hızlı Tren olarak adlandırılan trenin sadece Eskişehir-Ankara arasında hizmet vermesinden ötürü trenlerimiz hala yavaş, Anadolu’muz hala bakir ve taşra insanımız hala gariban. Bir hafta sonunda trenle seyahat etmek durumunda kalmam hem ülkemiz insanının tren yolculukları ile profilini bir defa daha gözlememe imkân sağladı hem de okumak zorunda olup bitiremediğim bazı kitapların da bitirilmesine olanak verdi. Trene tam vaktinde yetiştim. Birazda g

Baba ve Oğul

Resim
Adam devamlı surette oğlundan bahsediyor. Gözlerinde tuhaf bir kırılma var sanki. Ağlayacak gibi ama değil. Duracak ve hiç gitmeyecek gibi de… Oğluna aldığı ilk bisikletten söz ediyor. Saatlerce peşinden koşturduğundan… Ve çevresinin ‘ sen bu çocuğun üzerine fazla düşüyorsun ’ serzenişlerinden. Sonra ‘ ileride ben doktor olup babama bakacağım ’ dediğini hatırlıyor. Zaman nasılda hızla geçiyor. Adam sessiz adımlarla yerinden kalıyor. Ter kokusu bütün odayı kaplıyor. Ve oğlu yıllar sonra ÖSS tercihinde mühendislikte karar kılıyor… Adam ise hala gözlerindeki o kırılmayla arada sırada yanıma uğruyor…

Korkuyorum Anne-(İnsan Nedir ki...)

Resim
… Korkuyorum Anne’yi bir senaryo başyapıtı kılan, yalnızca Reha Erdem sinemasının A Ay (1989) ve Kaç Para Kaç (1999) filmlerinden aşina olduğumuz mekana ve zamana dair, insan olmaya ve büyümeye dair temalarını montaj sinemasının gerektirdiği bir ustalık ritmiyle görselleştirmesi değil, Nilüfer Güngörmüş’ün hikaye dünyasını kuran vücuda, eşyaya ve hatıralara, gençliğe hastalığa ve yaşlanmaya ve nihayet, ölüme, doğuma ve insana dair şiiri de görünür hale getirmesidir. … Sünnet, erkeklik ve askerlik üzerine kurulmuş bir toplumsal değerler sisteminde, bütün beklentilerin ve bütün korkuların iktidar/iktidarsızlık ikilemiyle tanımlandığı bizim iklimimizde, vücudun bütün muhtemel zaaflarını üniformanın hem yarattığını hem de tamamladığını hatırlıyoruz. … Feride Çiçekoğlu (Önsöz'den) Senaryo:Reha Erdem, Nilüfer Güngörmüş Metis Yayınları

JTO'nun Mim'ine Cevaben-Çocukluk Hatıraları

Resim
Çocukluk hatıraları üzerine bir kitaptan bahsettikten sonra JTO’nun mimine cevaben Çocukluk ile ilgili bir şeyler karalayayım. Çocukluk, özellikle 30’lu yaşların henüz üzerinde olanların için birazda 12 Eylül sonrası ortamın depolitizasyonundan nasibini almaktır. Her şey güllük gülistanlık gelir çocuğun gözüne. Tonton, gözlüklü bir amca ve devamlı nitekim diyen kır saçlı yine başka bir amcayla mütemadiyen televizyonda karşılaşmaktır benim çocukluğum. Tek televizyonlu günlerin hüküm sürdüğü günlerde hep aklımda ya çok kar yağışlı hatıralar geliyor gözümün önüne ya da çok sıcak ağustos ayları. Küresel ısınma diye de bir şey yoktu. Kar yağdı mı tepeleme yağar ve ucu bucağı, dereyi tepeyi silme doldururdu. O zaman Ankara’nın hava kirliliği vardı. Döküm sobaların içerisinde yanan kömürden çıkan karbon monoksit gökyüzünü kapatır ama hayallerimize hiç dokunmazdı. Yazları ise aklımda kalan hep köyde, kırda yaşayan dedelerin ve ninelerin yanına gitmektir. Karneleri alır almaz binilen ufak tefek

Aramızdaki En Kısa Mesafe-Barış Biçakçı

Resim
Çocukluk günlerinin hep kendine ait bir lezzeti ve her hatırlandığında burnumuzun direğini sızlatan tuhaf bir kokusu vardır. Çocukluk günleri herkes için biraz da yokluk ve mahrumiyettir aslında. Büyüdükçe, uzak bir hatıra kalır küçük ailenizle yaşadıklarınız. Babanız işten çıkarılmıştır ve başı öne eğik bir biçimde kapıdan içeri girer. Siz hissedersiniz bir şeyler olmuştur. Evi geçindirebilmek için çeşitli arayışlarınız olur. “Boza yapıp satalım düşüncesi kimindi bilmiyorum. Bu düşünce de heyecan ve neşeyle karşılandı. … Dışarısı soğuk ve sessizdi. İçimi bir sıkıntı kapladı. Kimsenin, bizim gibi iki çocuğa güvenip boza almayacağını, sokaklarda yapayalnız dolaşıp duracağımızı düşündüm.” Abi kardeş ne güzel yaşayıp giderken, bir gün kardeşinizin olacağı haberini alırsınız. Karnınıza ağrılar girer. Anne ve babanız size bir rakip mi getireceklerdir. Küçük bir kardeş nasıl biridir ve kime benzemektedir. Babanız annenizi hastaneye götürür ve sizin için de beklemelerin sona ermesine