Kayıtlar

Mart, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Issız Adam (2008)

Resim
Erkek, kendisinden daha baskın ve güçlü bir karakterle karşı karşıya kaldığında ilk önce bocalıyor, ne yapacağını bilemiyor. Arada sevmeye de başlıyor. Aşk yavaş yavaş damarlara zerk oluyor. Sonrasında hem egonun galibiyetinin kutlanması hem de aşkın bir şekilde acısının dindirilmesi gerekli. Her türlü yol deneniyor ve kadından bir yemek sözü alınıyor. Erkek kendini ona anlatma derdinde. En iyi bildiği şeylerden başlıyor tabii ki. Güzel yemekler pişiriliyor. Kadının kalbine giden yol midesinden geçiyor(kadın erkek hepimiz aynıyız işte!) Erkek, istediklerini elde etmeye başlayınca yavaş yavaş sıtkını sıyırmak istiyor kadından. Kadın ise güçlü karakterini erkeğin ellerine bırakıyor. Erkeğin annesini yemeğe götürüyor, alışveriş yaptırıyor ve akşam da düğünde refakat ediyor. Sonra özgürlük galip geliyor ve erkek fütursuzca ayrılalım diyiveriyor. Kadın ne dese boş. Kadın ortada kalakalıyor. Ama sonrasında kadın daha çabuk toparlıyor. Erkek ise hep o meşhur egosuyla rölantide…

Kelimeler...

Resim
Kelimeler, ne işe yararsınız siz; karlı dağların başında bir kibrit kadar olsun ışık olup ısıtmadıktan sonra... Ahmut Turan Alkan

No Country for Old Men (2007)

Resim
Uçsuz bucaksız bir coğrafya. Suçlular cirit atıyor ve güvenlik güçleri böyle bir coğrafyada bir şey yapmaktan acizler. Sadece bir hadise olduğunda ‘ olay yeri inceleme ’si yapmaktan ileriye gitmeyen bir asayiş problemi var. Meksika sınırına yakın bir bölge olunca içerisinde Meksika göçmenleri ve uyuşturucu ticaretinin olduğu bir film izlememek imkânsız. Kaçak yoldan Birleşik Devletler sınırını uyuşturucu ticareti için geçen yasadışı güçlerin kendi aralarındaki bir anlaşmazlığın ortasına itilen tek başına dolaşmaya seven bir eski Vietnam gazisi kovboy bu anlaşmazlığın içinde bir çanta dolusu parayı bulunca filmin konusu hafiften şekillenmeye başlıyor. Kiraladığı karavanda karısı ile birlikte ‘ boş ’ ve ‘ düz ’ bir yaşam süren avcı kovboy, gece yarısı vicdanıyla yüzleşince parayı bulduğu yere geri dönüyor ve bu paranın peşinde olan psikopat ötesi psikopat bir adamın peşine düşmesine neden oluyor. Bu coğrafya üzerinde küçücük kulübenizde kapılıp gittiğiniz hayat düzlüğünde karşınıza her a

Doğum

Resim
... Yaz güneşi biriktirdi biriktirdi Sonbahar yapraklarda delirdi Kış derin çizgileriyle devrildi Bahar gül tanklarıyla çiçek çağlayanlarıyla belirdi Ve bir bahar günü doğdun sen Sezai Karakoç

Üç Maymun Üzerine (İlk ve Son Kez)

Resim
Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Üç Maymun hakkında bazı yazılarımın içerisinde çeşitli değerlendirmelerimin dışında şimdiye değin müstakil bir yorum ve eleştirim olmadı. Filmle ilgili genel olarak yapılan kanaat ve değerlendirmeler genellikle senaryonun güçlü olması üzerineydi. Bazı eleştirmenler işi daha da ileriye götürerek yönetmenin ilk defa bir öykü anlattığını ısrarla vurguladılar(Daha önceki filmlerinde ne anlattıysa…) Filmle ilgili genel olarak büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı vurgulayayım. Dijital görüntülerin güzelliğinin haricinde ben açıkçası senaryoyu çok sorunlu ve kusurlu buldum. Mesela, eşi çatıya çıkmış intihar edecekken “ saçmalama ” diyen bir erkek/aile reisi profilini hiçbir yerde görmedim. Aile içi iletişim, bazı yerlerde hiçbir duruma oturmadan ilerliyor. Birçok festivalden özellikle “en iyi senaryo” ödülü alınca senaryonun güçlü olacağını düşünüyorsunuz ama diyalogların yapaylığı devam ediyor. İklimler’in diyaloglarında da böyle sorunlar vardı ancak yönetmen

Elia Kazan'ın Taşra İzlenimleri ve Yumurta

Resim
Ümit Bayazoğlu 'nun kapatılan Nokta dergisinde yayınladığı ünlü yönetmen Elia Kazan 'ın anısını buraya almak istiyorum. Bayazoğlu, 20 yıl öncesine ait bu gözlemlerde kendi çevrenizden veya ailenizden birilerine rastlayabileceğinizi belirtiyor. Yumurta filminde böyle bir sahne ile karşılaşırsınız. Şair Yusuf, veraset işlerini halletmek için birkaç gün daha kasabada kalmaya karar verir. Evinden çıkıp kasabanın merkezine doğru ilerlerken bir arkadaşıyla karşılaşır ve arkadaşının ısrarı üzerine bir birahaneye girerler. Gündüz vaktidir ve arkadaşı ufak ufak demlenmektedir. Yusuf'a da bir bira söyler ve eski günlerden bahsederek içerler. Yusuf'un ruh halini bir kenara bırakırsak arkadaşı kasabaya sıkışmış ve kaderine razı olmuş bir ruh haliyle konuşur. Sohbetin ortasında oğlu gelip "Annem çağırıyor, eve gelsene Baba! demesine rağmen pek yanaşmaz. Aşağıda okuyacağınız Kazan'ın anılarını Kaplanoğlu okuyup okumadığını bilmiyorum ama Taşra erkekleri ile ilgili her iki

Cennetin Çocukları / Bacheha-Ye Aseman (1997)

Resim
Çocukların kendilerine mahsus dertleri vardır. Büyükler bu dertlerden kimi zaman haberdar olurlar kimi zaman ise çocukça davranışlar/düşünceler der geçeriz. Çocuklar kendileri açısından her olaydan bir şekilde olumlu/olumsuz etkileşimlerde bulunurlar. Yoksulluk siz ne kadar çocuklara hissettirmeseniz de anlaşılabilecek bir şeydir. Ebeveynler bu konuda ellerinden geleni yapsalar da çocuk anne-babasının onun için yaptığı fedakârlıkları görerek kendince tasarruflarda bulunabilir. Zengin anne-baba için de farklı bir durum söz konusu değildir. Evladının daha kanaatkâr ve hesap bilen olması için uğraşan anne-baba bir gün fark eder ki çocuk bunu da hissetmiştir ve ona göre bir harcama planı oluşturmuştur zaten. Hikâye İran’da geçiyor. Ali kız kardeşi Zehra’nın ayakkabılarını dalgınlığının sonucunda kaybedince, babasının maddi imkânlarını da gözeterek kendince bir çözüm buluyor. Bu sayede hem babası durumun farkına varmayarak üzülmeyecek hem de bir çift ayakkabı iki kardeşi idare edecektir. Bu

Ruh Haline Uygun Şarkılar

Resim
Cüneyt Ülsever , 80’li yılların politika ve ticaret hayatını kaleme aldığı romanı Kara Dul ’da insanın o anki ruh haline göre aklına bir şarkı takıldığından ve o ruh halinin de o şarkıyla uyumluluğundan söz eder. Bu nedenle de her bölüm sonunda karakterlerin ağzından ruh hallerine uygun şarkılar dökülür. Nuri Bilge Ceylan, Üç Maymun’da bundan hareket ediyor olabilir. İnsan o ruh haline göre cep telefonu melodisini de seçebilir. Bir melodinin sürüklediği hayatları da oturup hep beraber izleriz. Beynimize kodlanmış sesler ve müziklerin dışında bir de görüntüler var. Bir konu ile ilgili bir mevzu konuşulurken aklımıza o an için ilk gelen görüntü konu ile direkt bağlantı kuruyor. Biri size bir şey anlatırken o anda sizin beyniniz bahsedilen nesneyi/mevzuyu son gördüğünüz anla beraber oluşturur. Bakış açınız bile değişmez. Konuşmayı dinleyen başka biri aynı nesneyi kendi gördüğü açıdan zihninde canlandırır.

Poyraz-Kısa Film (2006)

Resim
3. Akbank Kısa Film Festivali’nin kurgu bölümünde birinci olmuş bir filmdi Poyraz. İlk defa toplu gösterim esnasında izlediğimi hatırlıyorum. Semih Kaplanoğlu’nun Bal ile ilgili çekim öncesi görüşlerini okuduğumda aklıma gelen ikinci film Poyraz’dı. Kaplanoğlu, film ile ilgili olarak aşağıdaki görüşleri dile getirmişti. “Bal'da beni tahrik eden en önemli sinematografik unsur doğanın bir çocuğun gözünden ele alınacak oluşu. Ormanın çocuk tarafından metaforik algılanışı; özellikle tuhaf sesler, karanlık ve sebebi tam olarak bilinemeyen kıpırtı ve hareketlenmeler, sürtünme ve hışırtılar...” Poyraz’da da böyle bir anlatım tarzı var. Küçük bir köy evinde ailesiyle yaşayan küçük bir kızın gözünden doğanın tasvir edilişi, onun gözünden varlıkların algılanışı ve çocuğun büyüklerle olan diyalogu şaşırtıcı bir illüzyonla anlatılıyor. İllüzyondan kastım tabiî ki efektlerle yapılan dışarıdan müdahaleler değil. O zamana kadar farkına varamadığımız doğanın içerisindeki sesler ve insanoğlunun v

Demirkubuz Filmlerinde Kadere Teslim Karakterler

Resim
Kararsız karakterleri seviyor Zeki Demirkubuz. Aslında kararsız kelimesi tam olarak karşılamıyor karakterlerinin ruh hallerini. Bu karakterlerden en çok Yazgı’daki Musa karakteri etkilemişti beni. Tuhaf ve savrulup duran bir genç adam. Kentin keşmekeşi içerisinde iyiden iyiye kararsız, vurdumduymaz ve kadere teslim olmuş bir ruh hali. Annesi ölüyor, o sessizce yaşamına devam ediyor. İsteyip istemediğini bilmeden işyerinden bir kızla evleniyor. Karısı onu patronuyla aldatıyor; buna bizzat şahit olduğu halde sesini çıkarmıyor. Üç maymun rolünü oynaması bilinçli bir tercih değil. İnsanlar neden üç maymunu oynarlar. Zincirin kopmasından korkarlarda ondan. Ne zinciri derseniz, bu herkesin o anki şartlarına göre değişmektedir. Kimi aile içerisinde mutluluğunun bitmesinden korkar. Kimi işyerinde ki düzeninin sona ereceği korkusuyla susar. Kimi ise boş vermiştir o kadar. Örneğin Nuri Bilge Ceylan’ın son filmindeki karakterler, bu zamana kadar süregelen bir yaşam zincirinin kopmasından tereddü

Zillere Basıp Kaçma İsteği

Resim
Yorulmak, diye bir şey var yaşamda. Bahsettiğim yoğun bir çalışma temposundan sonra biraz dinlenmek değil. Kronolojik hayat akışı devam ediyorken bir an düşünüp bu çok düzenli, tertipli hayatın dışına çıkma isteği. Yılmaz Erdoğan’ın bir şiirinde geçen bir tabir vardı. ‘Zillere basıp kaçmak” isteği. İnsan tüm yerleşik kuralların dışına çıkıp kendi başrolünü yaşamak istiyor. Bu zor bir durum aslında böyle bir zile basıp kaçma durumunda çok sert tepkiler de alabiliyorsunuz. Sizden beklenilen insan tavır ve davranışlarının dışına her çıkma girişiminiz toplumsal kurallar ve geleneklerle bastırılıyor. Şimdi ismini hatırlamadığım bir İspanyol filmi bana hatırlattı tüm bunları. Kahramanımız, güzel bir işi ve ailesi olan orta yaşlı bir adam. Ancak tüm yaşadıkları aslında sanal bir gerçekten ibaret. Çünkü evlenebilmek için eşine bir bankada çalıştığını söylemesiyle başlayan yalan, çocuğunun bakıcısına aşık olmasıyla ve bu aşk için yaptığı hatalar sonucunda açığa çıkıyor. Sonrasında ise yorulduğu

Bilim Adamına Söyletmek İstediklerimiz

Resim
Bu ülkenin en büyük sorunlarından biridir bu. Ne kadar evrensel çapta tanınmış bir bilim adamı/aydın/entelektüel olursanız olun; birileri kendi duymak istedikleri gerçekler ağzınızdan çıktığında sizi –tanıma cüreti- gösteriyorlar. En son Şerif Mardin ve Vamık Volkan mevzuları buna örnektir. Onlarca yıldır bilim duvarına tuğla yerleştirmekle uğraşsanız da ancak yerel ve kısır tartışmaların bir ucundan tuttuğunuzda –kıymet ve –değer- görmeniz çok acı. Uzun yıllardır uluslar arası bilim camiasının saygın isimlerinde olan Kemal H. Karpat hocamızla ilgili de böyle bir durum sergilenmekteydi hatırlarsınız. Kemal H. Karpat popüler olarak tanınan bir isim değil ülkemizde. Akademik camiada ise belirli çevrelerde saygınlığı ve bilimsel yetkinliği takdir gören bir isim. Yaşayan en büyük tarihçi olarak tüm dünyada kabul gören Osmanlı Tarihçisi Halil İnalcık, kendisiyle yapılan nehir söyleşinin bir yerinde Karpat hocamızdan bahsediyor ve onunla da bir nehir söyleşisi yapılmasının iyi olacağını hat

Bir Haberin Hatırlattığı Filmler

Resim
Gazetelerin tümünde Almanya’da yaşanan okul katliamını okuyunca bazı filmleri ister istemez hatırlıyorsunuz. ABD’de bu türden olaylara sık rastlıyoruz ama olay Almanya’da olunca şaşırdım açıkçası. Öğrencinin çok başarılı bir eğitim hayatından bahsedilmekte. Ne için böyle bir eyleme girdiğini kestirmek hayli güç olacak. İlk aklıma gelen film, yine bir okul katliamını anlatan Gus van Sant’ın Fil ’i. Gus van Sant’ın Fil filmini çekmesinin öncesinde tarihe Columbine Katliamı olarak geçen yine bir okulu basan öğrenci hadisesi gerçekleşmişti. Bu film ilk seyrettiğimdeki ruh halimi hatırlamaya çalışıyorum. Tuhaf bir rahatsızlık duymuştum. Süre olarak uzun olmamasına rağmen kendimi zorlayarak sonunu getirmiştim. Yönetmenin bu bilinçli bir tercihi miydi bilemiyorum ama bireysel şiddetin bünyemde bir rahatsızlığa sebebiyet verdiği gerçekti. Fil’le ilgili aklımda kalan en önemli şeyde aynı mekânın içerisinde farkı karakterlerin gün içerisinde birbirleriyle karşılaşmalarına rağmen birbirleriyle t

Gran Torino (2008)

Resim
Clint Eastwood, yaşayan bir efsane. Yaşlandıkça yaptığı filmler daha da büyüyor. Suya tirit diye adlandırılan ve kimi çevrelerce burun kıvrılan western filmlerden sonra inanılmaz bir evrim göstererek sinema tarihinin en büyük yönetmenlerinden birisi oldu. Kore gazisi, beyaz bir Amerikalının göçmen ülkesi olan yurdunda, mahallesine yeni taşınan göçmenlere alışmasını hem de insani değerleri yeniden hatırlamasını sağlayan bir film Gran Torino. Amerika gibi aile bağlarının koptu-kopacak konuma geldiği bir ülkede komşuluk değerlerine vurgu yapan Eastwood, yeni’nin içerisinde ortak yaşam ve değerler bütünü oluşturulması gerektiğinden bahsediyor. Gelişmiş ülkelerin en önemli sorunlarından olan göçmen, mülteci ve kaçak meselesi, gelir uçurumunun artmasıyla sona erecek gibi gözükmüyor. Afrika’nın ortasında yaşayıp ekonomik olarak gelişmiş ülkeleri cennet gibi gören bir bireyin o ülkede yaşamak için verdiği çabanın yanında, o ülkeye ulaşıp başını sokacak bir yuva bulması sonrasında da, yerleşik

Sight&Sound'da Üç Maymun Hakkında...

Resim
Nuri Bilge Ceylan , Yeşilçam Ödüllerini silip süpüren (bu da ayrı bir tartışma mevzu) son filmi Üç Maymun'la ilgili Sight&Sound dergisine bir mülakat vermiş. Taraf Gazetesi, mülakatın tamamını çevirip yayınlamış; ben sadece önemli gördüğüm cümleleri buraya alacağım. Siz tamamını gazeteden okuyabilirsiniz . ... Ben kötülüğü merak ediyorum. Bana hükmettiği zamanlarda korkuyorum. Bu yüzden içimizdeki gizli kötülüğün bizi şaşırttığı durumlar yaratıyorum. ... Annesine vuran oğuldu. Bu Türk kültüründe bir oğul için katlanması en acı verici şey. Anneniz sizin için bir tanrıça gibidir. Ona vurmak için çok güçlü bir sebebiniz olması gerekiyor. ... Ev beni endişelendirmişti çünkü yalnızca iki metre uzunluğundaydı ve filmin oldukça klostrofobik bir havada ilerlemesine neden oldu. Farklı açılar kullanamadık ve hep karşı odadan çekim yapmak zorunda kaldık. Denize yakın olmak istemedim çünkü o zaman evin fazla güzel gözükmesine sebep olacaktı ama orada olmak zorundaydık çünkü tren yoluna i

Başını Yastığa Koyduğunda...

Resim
Bir gece yastığa başını koyuyorsun. Yorgunsun, bıraksalar birkaç gün uyuyacaksın. Sonrasında aklına günler önce seyrettiğin bir film takılıyor. O adam ve o sahneler. Gözünün önünde o filmin tüm sahneleri canlanıyor. Bir ağaç gölgesinin altında filmin başrol oyuncusunu bırakıyor ve uykuya dalıyorsun. Bu sefer rüyanda filmin kareleri devam ediyor. Aynı ağaç gölgesinde sen yavaş adımlarla aktörün yanına gidiyorsun. Uzaktan gözlerini hiç kırpmadan sana bakıyor. Ben, filminizi seyrettim de… Bilmiyorum ama şimdi buradayım… Uyumaya çalışıyordum... Normal, Herkesin başına gelir bu! Bu yüzden ben hep izleyicinin başını yastığa koyduğunda hatrına gelecek filmlerde oynamaya gayret gösteririm. Ve her gece bu ağaç gölgesinin altında bir izleyiciyle sohbet eder, filmin kritiğini yaparım. Bu gecelik misafirim sensin diyor. Usulca orta yaşlı aktörün yanına çöküyorum. O anlatıyor; ben dinliyorum.

Rüzgar Bizi Sürükleyecek (1999)

Resim
Çökmekte olan bu damın üzerinde sanki yağmur anını bekliyorlar sadece bir an ve sonra, hiç şu pencerenin arkasında gece titriyor ve yeryüzü dönmekten vazgeçiyor şu pencerenin arkasında bilinmeyen bir şey bizi merak ediyor, beni ve seni … Dünyanın her yerinde kentler ve kentiler ile taşra ve taşralılar aynı. Kentin içerisinde apayrı bir dünya var; taşraya gelindiğinde ise bambaşka. İnsanlar birinden diğerine gittiklerinde sorunlarla karşılaşıyorlar, kültürel şoka uğruyorlar. Global bir köy olma yolunda ilerlemekteyiz. İnsanların zevkleri, alışkanlıkları, yaşantıları birbirine benzeyecek diyip duruyoruz ama bakıyoruz aslında pekte değişin bir şey yok. Belki tek benzerlik çatılarımızdaki uydu antenler. İnsanlar kurdukları uydu antenler vasıtasıyla dünyadaki her olaydan bir şekilde haberdar oluyorlar ancak sonucunda o gördükleri veya ilgi alanına giren olaylara/nesnelere/metalara ulaşamıyorlar. Sonrasında mahrumiyet ve terk edilmişlik hissinin doğurduğu bir sürü felaketi yine uydu antenler

Kaplanoğlu, çekeceği Bal'ı Anlatıyor...

Resim
Semih Kaplanoğlu'nun Bal ile ilgili söyledikleri beni üçlemenin ilk iki filminden sonra daha da heyecanlandırdı. Bir çocuğun gözünden doğayı seyretmek; ' Arkadaşım Tilki ' filmini hatırlattı. En iyisi beklemek... " Bal'da beni tahrik eden en önemli sinematografik unsur doğanın bir çocuğun gözünden ele alınacak oluşu. Ormanın çocuk tarafından metaforik algılanışı; özellikle tuhaf sesler, karanlık ve sebebi tam olarak bilinemeyen kıpırtı ve hareketlenmeler, sürtünme ve hışırtılar... Vahşi ormanda gece. Solgun bir ay ışığının ıslak ağaç gövdelerinde ve yapraklarda yarattığı yansımalar, vahşi hayvanların uğultu ve çığlıkları, gece kuşları, aniden çıkan rüzgar, yıldızlar ve bir çocuğun korkularından kurtuluşu. Gündüzleri durmadan yağan yağmur, ıslaklık. Ormanın kendine özgü zamansallığı, ışığı ve bütün her şeyi sarmalayan ses atmosferi. Yeşilin onlarca değişik tonu ve hareket halindeki sis. Sonu bir yere çıkmayan patikalar, Yüksek ağaçların üzerinde unutulmuş el yapımı

Sinemasal Biçem

Resim
İstanbul Film Festivali Ön Jüri'sinin Güz Sancısı'nı yarışma bölümüne almama gerekçesi: ‘Festivalimize başvuran filmler dikkatle incelenmiş, filmin yarışma filmlerinin genel niteliklerinden sinemasal biçem olarak farklı olduğu göz önünde bulundurularak bu filme yarışma dışı başlığı altında yer verilmesi uygun bulunmuştur...’ Filmin senaristlerinden yazar Etyen Mahçupyan'ın cevabı: Elenen filmlerin kalitesi konusuna gelince de herhalde en doğrusu bu işten bayağı anlayan ön jüri üyelerinden birine müracaat etmek. Alin Taşçıyan Güz Sancısı ile ilgili olarak şöyle demiş: "İstanbul festivali görsel ve içerik açısından oldukça yetkin filmlere ev sahipliği yapan bir festivaldir. ben Alin Taşçıyan olarak konuşuyorum, söz konusu film oldukça klostrofobik, sinemasal olarak karmakarışık, senaryosu ve içeriği oldukça fakir, yetersiz bir filmdir. 3 meczup Rum –şizofren- 2 korkak Yahudi’den oluşan bir grup ile 6/7 eylül olaylarının faili meçhul bir eylem haline dönüştürülmesini de

Tirebolu: Uzak Çocukluk Ülkesi

Resim
Necdet Şen , saygıdeğer bir adamdır benim için. Yayın dünyasında eğilmeden, bükülmeden kalabilmiş nadir insanlardandır. Yeni bir kitabı çıkmış; ismi Nereye . Böyle, birazcık taşradan bahsetse bile bu tarz kitapları seviyorum. İşin içine çocukluk hatıraları da girince " aç-iç-oku " oluveriyor. Aşağıda onun kitabından -Tirebolu: Uzak Çocukluk Ülkesi- başlıklı bölümden bir alıntı yapıyorum. ... (30 küsur yıl evvel) On yaşındakiler abi, yirmi yaşından büyükler ise moruktu gözümüzde ve malum nesnenin adı "çük" idi henüz. Biz birkaç komşu çocuğu, üşümeyelim diye üstüste giydirilmiş el örgüsü kazaklar, babalarımızın eski pantolonlarından tornistan edilmiş bol pantolonlar, çirkin plastik sandaletler içinde koşuşup zıplaşarak enerji fazlamızı harcamaya çalışırdık. Tommiks kutsal kitaptı. Oyun alanımız ve koşuşturma güzergahımız annelerimizin bize seslendiğinde sesini duyurabileceği görünmez bir çemberle sınırlıydı; dışına çıkamazdık. Ama çocuktuk, kanımız kaynıyordu, merak d

Ayın Büyüttüğü Oğullar

Resim
Bize kanlı bir uykunun, bir kardeşlik sabahı başlatacağı müjdelenmedi. Cinayetten dönen kardeşiniz, gölgesini gizlediği duvarların ötesini görür. Ellerini yıkar ve sizi dünyada bir söz olarak bırakır. Sessiz bir törenle iç geçirme arasında duran yerde gömdüm onları. Ölü oğullar. Kurban hepsi. Sanki onlara, kurban oluşlarını hatırlatmak için var yeryüzü. Yüzleşiyoruz. Sızlanmaya başlayan bir çırpınmada "yeter" diyorum. "gidin ve öldürmeyin" ağzımda kesik bir gülüş. Kâbus olmalı. Bir cinayetten dönen kardeşim korkutuyor beni. Kanlar içinde uyanıyorum. Terliyim. Aç gözlerini. Tırnaklarını acıyan yerlerine bastır. Biri var mı göğsümü mendiliyle silecek. Kardeşim bir cinayetten dönüyor. Karanlık dehlizlerden. Siyah paltosu Ve gözleriyle. Ona benzemeyeceğim. Gece ayaklarımız okşandı ve büyük dağları geçeceğimiz söylendi. Karlarla bekletilmiş büyük dağları geçtik. Bahçede ilk gün keskin bir çizgiyle yan yana duran üç yıldızı gördük. Mutlak. Yol açıcı. "Bakmak istiyor

Hayallerinin Peşinde İki Adam: Mitat Enç ve Mirco Mencacci

Resim
Mirco Mencacci dört yaşındayken, bir kaza sonucu yanlışlıkla kör oluyor. Gözlerinin görmemesi nedeniyle bir körler okuluna gönderiliyor. Körler okulundaki kötü koşullar ve eğitimin yetersiz olması onun hayal gücünü tetikliyor. Burada eline geçen bir ses kayıt cihazı ile hem -görememe-ye alışıyor hem de diğer çocukların hayallerinin yeşermesine vesile oluyor. Mencacci, sonrasında İtalya’nın en önemli ses editörlerinden birisi oluyor. Sonra da bir yönetmen böyle bir idealist adamın hayat hikayesinin en önemli kırılma anını beyaz perdeye aktarıyor . Aslında böyle kötü bir eğitim sistemi ve kötü bir idarenin altında çocuklarımızın bedenen olmasa da ruhi olarak yetmezlik çektiklerine şahit oluyorsunuz. Şablonlar ve kalıpların dayatıldığı bir okul düzeni, insanlardan farklı olmanızın getirdiği zorlukların daha da zorlaşmasına neden oluyor. Bununla bağlantılı Türkiye’de tanınmayan bir adamdan söz etmek istiyorum. Mitat Enç, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Birinci sınıfını bitirip memlek

Uzun Paltolu Adam

Resim
Her sabah o köşede bekliyor. Elinde yarısını tükettiği bir sigara. Uzun paltosunun içerisine gömülmüş bir bedenin üstünden filiz veriyor küçücük kafası. Saçları yaz-kış briyantinli. Suratında hep bir sinirli ruh hali. Bana hep ölüyormuş gibi geliyor. O sabah yine o köşesinde. Kaybedilmişliğin, kırılmışlığın ve umursamazlığın köşesinde öylece duruyor. Suratında kirlenmiş sakalları. Saçları bu sefer belki limon suyuyla yapıştırılmış. Yanından insanlar, arabalar, bisikletler geçiyor. Sigarayı son bir kez derinden derine çekiyor. Ciğerleri bile ölmek istiyor. Bu adam bu sefer ölecekmiş gibi geliyor. Paltosunun her zaman kalkık yakasını indiriyor. Ellerini paltonun cebine iliştirip ağır adımlarla yolun karşısına ilerliyor. Evlerin bacalarından karbon monoksit üfürülüyor kentin monotonluğuna. Ve bu sefer bu adam, Beckettvari adımlarla ölümün, kaybetmenin içine yürüyor.

Vahapzade'nin ardından Elveda...

Resim
Diyorum; Sefası bitti ömrümün, Şimdi dağa çıkarım, düze elveda. Düze duman çöker, düze kar yağar, Bahara elveda, yaza elveda... Bahtiyar; Derinde sızlayıp yaran, Kalbini dağlayıp üzer herzaman. Göze hüzün çöker, göze yaş dolar, Sevince elveda, düşe elveda... Şimdi özkökünden süzülen benim, Özge budaklara dizilen benim, Şimdi ne sen sensin ne de ben benim, Biz ki biz değiliz bize elveda.

Film Şeridi...

Resim
Tv Net'te yayınlanan Film Şeridi programını Cumartesi akşamları fırsat buldukça seyretmeye çalışıyorum. Psikiyatrist Dr. Mustafa Ulusoy , gerek film seçimleri ve gerekse filmleri karşılıklı analiz ederken seçtiği konukları ile tam isabet sağlıyor. Ancak son 2 haftadır programda değerlendirilen filmlerde şöyle bir sorun çıktığını gördüm. Profesyonel olarak sinema eleştirmenliği yapan iki ismin(Ali Murat Güven-Murat Menteş) arka arkaya katıldığı programlarda sanki derinlemesine filmin vermek istediği temanın anlatılması yerine eleştirmenlerin filmi sevme/beğenme nedenleri üzerinde duruldu. Bunun da Ulusoy’un derinlemesine bir sonuç çıkarmasına engel olduğunu düşünüyorum. Aslında böyle programların temel sorunu, filmin arka planındaki temel derdi mi ortaya çıkarmak olmalı, yoksa – ne müthiş film -, - harika bir sahne daha - denilerek yönetmene methiyeler mi düzülmelidir. Burada kesinlikle iki sinema eleştirmenini de yargılamıyorum; lakin belki meslek icaplarından, belki beğeni farklı

Yönetmenin Yolu...

Resim
Yönetmen için iki türlü yol vardır. Birinci yol onunu çok iyi bildiği yoldur. Hayatı o yol üzerinde yaşanmıştır. Onun üzerinde konaklamış, onun üzerinde yorulmuş ve onun üzerinde yeni bir yaşam kurmuştur. Yakaladığı en önemli damardır. Aslında tüm sanatçılar için de böyledir. Kendi yaşanmışlıkları ve tecrübelerinin üzerine inşa edeceği sanat eseri hem bakan/gören için orijinal bir anlam ifade eder hem de sanatçı için uzun yılların tecrübesinin ve emeğinin sonucu olduğundan değerlidir. Yönetmen çocukluğunu anlatır, anne ve babasını anlatır, arkadaşlarını anlatır, uzun yıllar önce başına gelmiş bir hadiseden yola çıkarak hem otobiyografik temalar sunar bize hem de seyirci için bir cazibe çemberi kurar. İkinci yol ise bambaşkadır. Sinema ve film yapmanın teknik inceliklerine vakıf olan yönetmen bu noktadan ilerleyerek gerek edebiyat uyarlamaları yapar, gerekse derlediği küçük öyküleri derinleştirerek bir yapıt ortaya çıkarır. Burada önemli olan, yönetmenin seyirci üzerinde oluşturduğu alg