Kayıtlar

Şubat, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Büyük Bir Kahraman: Robert F. Scott

Resim
Tarih hep kahramanları ve birincileri yazar. Kimsenin umurunda olmaz ikinci gelmek yahut trajik bir şekilde sonlanan bir yaşam. Roald Amundsen, ekibiyle birlikte Güney Kutbunu ilk keşfeden insan. Robert Falcon Scott ise başka bir yönden başka bir ekiple aynı keşif için yola çıkmış ve Güney Kutbunun merkezine varmasına 1 gün kala uzaktan Amundsen ve ekibinin diktikleri Norveç bayrağını görünce yıkılıyor. O zamana kadar umutla ve tutkuyla yaptıkları onlarca gün süren yolculuk birden çöküntü ve hayal kırıklığına sebep oluyor. Bu ruh haliyle günlüğüne şu notları alıyor: ‘Bütün çabalar, bütün yoksunluklar, bütün işkenceler ne içindi?! Şu anda sona eren rüyalar içindi sadece…’ Ama o kadar üzgün olmasına rağmen, kendisinden bir gün önce oraya ülkesinin bayrağını diken Amundsen’in bıraktığı notu ulaştırmak için yanına almaktan da imtina etmiyor. Robert Falcon Scott büyük bir kahraman. O’nun biyografisini okuyunca duygulanmamak imkânsız. Kendi ülkesi de ilk başlarda onun trajik seyahatine ilgis

The 'Big' Godfather (Part II)

Resim
Küçük bir yazıhanesi var. İçeride deriden döşenmiş kahverengi koltuklar. Kendi oturduğu masanın arkasında büyük bir tablo. Tablonun içerisinde masmavi bir göl, tatlı bir ev ve küçük bir kayık var. Uzun uzun kayığı seyrediyorum her ziyaretimde. Sabahın ilk ışıklarıyla evimden çıkıp kayığa binip uzaklaşmalıyım diye geçiriyorum. Yazıhanesinde geçirilen soğuk ve karlı kış öğlenlerine gidiyorum. Ekimin başında küçük bir soba kuruyor odanın ortasına. Bütün kış o soba en başköşede her yeri ısıtıyor. En önemlisi de yüreklerimiz ısınıyor. Pek kömürde atmıyor ısınmak için. Sabahları gelirken evinden bir torbanın içerisinde getirdiği odunları kenarda duran keserle parçalayıp yazıhanenin ısısı düştüğünde birkaç parça atıyor sobanın içerisine. Benim aklım ise hep o tabloda. Kim yapmış bu şaheseri hiçbir zaman soramıyorum. Yıllar sonra düşündüğümde basit bir tablo aslında diye söyleniyorum. Basit bir tablo ama girift bir hayatın çakıl taşları gibi. Çocukluk hayallerinin yakut kolyesi bu tablo. Her i

Arranged (2007)

Resim
Dördüncü sınıflarla ilgilenen iki öğretmen. Biri yahudi , diğeri müslüman. Aralarında ilk başlarda derin bir önyargı ve hoşgörüsüzlük var. Sonra yavaş yavaş birbirlerini tanımaya başlıyorlar ve çok iyi iki arkadaş oluyorlar. Newyork'ta yaşıyorlar ama her ikisi de kendi gettosundan çıkıp hayatın gerçeğiyle daha yüzleşememiş. Hep aileleri onları hijyenik! ve güvenli! bir ortamda yaşamak zorunda bırakmış. Tüm bunların sonunda birde daha yirmili yaşlarının başlarında görücü usulü ile evlendirilmek istemeleri hafiften isyan etmeye ve kendi dediklerini yapmaya kadar sürüklüyor genç hanımları. Bir kere sade ve doğal bir film . İzleyiciyi karmaşa ve aşırı diyalogla yormuyor. Sakin sakin hanım kızlarımızın hayatını gözlüyor ve onların durumuna üzülerek bu kısır döngüden çıkmaları için dua ediyorsunuz. Yönetmen filmin sonunda biraz merhametli davranarak her iki kızımızı da sevdikleri ile evlendiriyor ancak arada aile arası marazlar çıkıyor, isyan bayrağını çeken kuzenine sığınıyor vs vs... B

The 'Big' Godfather (Part I)

Resim
Gümüş renkli bir steyjın Toros'un içerisinde beş kişi dağa doğru tırmanmaktayız. Hava hafif esintili ama yine de sıcak. Şoför kendi tarafının camını açmış onun rüzgarıyla hepimiz rahat bir yolculuk yapıyoruz. Zirveye yakın bir yerde araba duruyor. O arabanın önünde, şoförün yanında oturmakta. Arabadan ilk o iniyor. kasketini çıkarıyor ve arka cebinden çıkardığı beyaz mendiliyle ön tarafı dökülmüş başını kuruluyor. Derin bir nefes alıyor. ' Kekik kokusu! oh mis gibi " dediğini hatırlıyorum. Gözleriyle sağına soluna bakınarak kekik aramaya başlıyor. Arabanın aşağısına doğru yavaş yavaş iniyor. Ben onu izliyorum uzaktan. Rüzgar saçlarımı okşuyor. Dalgınım neden bilmiyorum. Belki de karneyi yeni almışım; iki kırığım var. Kasketi sağ elinde. Sol elinde ise terini sildiği mendili. Mendil rüzgarda saçlarım gibi sallanıyor. Yere eğiliyor ve kekikten bir parça koparıyor. Bir müddet öylece kalakalıyor. Dünya durmuş ve o durakta iniyor sanki... Bir müddet sonra hiç bir şey olmamış gi

Recep İvedik karakteri ve Togan Gökbakar

Resim
Recep İvedik hakkında herkes bir şeyler söyledi, yazdı ve çizdi. Serinin her iki filmi de Türk sinema tarihinin rekorlarını altüst ettiler. Eleştirilerin genel çoğunluğu argo ve küfür içeriğinden geldi. Şehirlerarası yolculuklar esnasında sık sık karşıma çıkan serinin ilk filmini ayrıntılı olarak defalarca seyretme imkânı buldum. Birçok felsefi ve psikolojik yorumun yapılmasına yol açan Recep İvedik karakterinin senaryo ve çekim esnasında bu kadar çok analiz edilerek oluşturulduğu düşüncesinde değilim. Şahan Gökbakar’ın televizyonda yaptığı işin geri dönüşünü görünce böyle bir işe yapımcılarında ısrarıyla girdiği kanısındayım. Bu kadar çok ticari başarı getiren bir işinde kim olsa tekrarını getirecektir haliyle. Recep İvedik, çelişkileri, hataları ve tuhaflıklarıyla bir anti-kahraman. Türkiye’de Mizah ve Orta Sınıf üzerine çalışmaları bulunan Ali Şimşek, bu karakterle ilgili önemli çıkarımlarda bulunuyor. "Recep İvedik kaba saba, seçkinlerin dünyasına dâhil değil, atleti, terliğ

Turgut Cansever'in Ardından...

Resim
... Türkiye'deki kültürel yöneliş yanılgısı çok eskiye dayanıyor. Tanzimatçılardan daha öncelere, III. Selim dönemine. Sadelik, incelik, vakar gibi büyük asri değerlerimize, Lâle Devri ile beraber Batı'nın barok ve rokoko özentisi karışmaya başlamış. Osmanlı sanat iradesini devam ettiren Sinan'ın talebelerinin son eserlerinden sonra Fransız saray hayatının yüzeysel zevkleri ilericilik diye ülkeye geliyor. İthal edilen şeyler asri değerlerimizle kıyaslanamayacak kadar süfli halbuki. III. Selim'e kadar şehirlerimizin bir meselesi yok, ama 19. yüzyıl Osmanlı entelektüelleri doğru düşünme yeteneğini kaybediyor. Neden kaybettiklerine gelince, " Bir kavmi şerre düşmedikçe helak etmeyiz. " diyen ayet-i kerimeye bakmamız gerekiyor. Versailles önemli, Topkapı önemsiz sayılıyor. Düşünce sisteminde başlayan çözülme mimariyi de çöküşe sürüklüyor. ...

Hayatımızdaki Seslerin Önemi ve NBC Filmleri

Resim
Nuri Bilge Ceylan(NBC) filmlerinin her birinde mutlaka bir nesnenin sesi, film müziği gibi kullanılır. Bu ilk filminden itibaren önemli bir ayrıntıdır. Sesleri iyi kullanmayı bilen bir yönetmenin farklı davranması da beklenemez. Kasaba’da ıslanmış çoraplarını sobaya asan öğrencinin çorabından düşen damlaların sobanın üzerine düşerken çıkardığı ses mesela. Kasaba her ne kadar canlı seslendirme yapılmamış bir film olsa da doğanın ve nesnelerin çıkardıkları sesler çok iyi kullanılmıştır. Mayıs Sıkıntısı’nda sonraki filmlerinde çokça başvuracağı bir yöntemin ilk fitilini de yakar yönetmen. Bu sefer basit bir elektronik veya mekanik nesneden çıkarılan sesi ustaca kullanır. Müzikli bir saat isteyen ilkokul öğrencisi çocuk, eğer 40 gün boyunca cebinde taşıdığı yumurtayı kırmamayı başarırsa bu müzikli saate kavuşacaktır.(Bu hikâyenin asıl sahibi Ahmet Uluçay’dır. Hikâyeyi Uluçay’dan duyan Nuri Bilge Ceylan, hikâyeyi filmine aynen uyarlamıştır.) Çocuk her gün saatin satıldığı kırtasiyenin önünd

Gözler, bebeğinde...

Resim
Bileceğini söyler... Bileceğini bilmek/ bilebilmek zor değil midir? Zorluk sadece bilinenin etrafında; ya da korkutulan bir serçenin izlerinde.... Kitap, ne için var mecmualar, matbuat... zahmetin ucu kime dokunur şefkat kimin kanatlarında... ahı alınan mı sever ellerini... eller uçsuz bucaksız gurbeti gözler... Gözler, bebeğinde... A.S.

Oscar Belgesi Sızmış!

Resim
Aşağıdaki belgeye göre, Kate Winslet en iyi kadın oyuncu, Mickey Rourke en iyi erkek oyuncu oscarını almış gibi görünüyor. Bakalım gerçekten öyle sonuçlanacak mı? Yoksa tüm bunlar spekülasyon mu hep birlikte göreceğiz. Ayrıntılı haber için bkz :

Bundan Güzel Bir Haber Fotoğrafı Var Mı?

Resim
Sabah gazetelerine bakarken bir gazetenin arka sayfasında küçük bir fotoğraf. İki yaşlı çimlerin üzerine sırtüstü uzanmışlar. Ellerini makas gibi açmışlar. Sinema karesinden alınmış sandım önce ve inanılmaz heyecanlandım. Uzun zamandır beni mutlu eden haberlerden biriydi. Baharın gelmesi ile birlikte kendini doğanın içine bırakan yaşlıların hikayesi. Bu kareden bir film senaryosu bile çıkar. Haberi hazırlayan ve fotoğrafı çeken muhabire tebrikler. Yılın gazetecisi ödülü benden ona. İşte fotoğrafın orijinal metni: Sonbahar ve kış, yaşlılarla özdeşleştirilse de ruh yası genç olanlar, kendilerini simgeleyen mevsimin ilkbahar olduğunu gösterircesine Adana’da canlanmaya başlayan doğaya kendilerini bıraktılar. Huzurevi yaşlıları, açan kır çiçekleri arasında çocuklar gibi eğlendiler. (Anadolu Ajansı - Volkan Kaşık)

İletişim Hayattır-Alaeddin Asna Kitabı'ndan...

Resim
... Anneannemlerin evi ahşaptı. İçeri girince sağ taraf eskiden “haremlik” diye bilinirmiş, ama biz öyle kullanmadık tabii. Bahçeye açılan taşlık diye bir bölüm vardı. Yandaki merdivenden üst katlara çıkılırdı. Bir de hamam vardı. İstanbul evlerinde hamamlar, hatta mutfaklar binaların dışında, bahçede olurdu; mesela çamaşır günleri hamamın büyük ocağı yanar, bacadan beyaz dumanlar çıkardı. Sokaklarda atların iki yanına asılı teneke kutularda sadece yoğurt, zerzevat değil, ekmek de satılırdı. Geceleri bekçilerin düdüklerini duyardık. Şimdi bunların hiçbiri kalmadı. “Kıra gitme” vardı mesela. Sonraları adı “pikniğe gitme” oldu. Evde yemekler, börekler hazırlanır, ahbapların otomobiline tıkış tıkış binilir, yola çıkılırdı. Onbeş-yirmi kişi toplaşır, genelde Sarıyer tarafına gidilirdi. Bizim için kıra gitmenin anlamı; top oynama, koşup hoplamaydı. ...

Semih Kaplanoğlu'ndan...

Resim
... Ben filmlerimde zamanı yaymaya çalışıyorum. Bir insanın bir yerden bir yere yürümesinin gerçeklik karşılığı ne ise bunu yerleştirmeye çalışıyorum. Kamerayı, insan gözünden fazla yukarıya veya aşağıya indirmemeye çalışıyorum. Kamera hareketi kullanmamaya çalışıyorum. Sakin insanın, duran gözüyle ve izleyici gözüyle bakmak istiyorum. Konuşmaları diyalogları mümkün olduğu kadar azaltmaya çalışıyorum; anlatabiliyorsak, konuşmadan olabildiği kadar atıyorum. ... Çekeceğimiz mekanda yaseminler sürekli dökülüyor. Arkadaşlara orayı hiç süpürtmedim. Çünkü öyle bir an gelecek ki, onlar iyice yerlere dökülmüş olacaklar. O yaseminleri kendi elinizle yere atarsanız, asla kendi dökülmüşlüğü kadar gerçek olmayacaktı. Mesela ezanın kaçta okunacağını bilmek bile çok önemli. Yumurta’da Nejat’ın bayıldığı sahneyi çekiyoruz; ben biliyorum ki, üç dakika sonra ezan okunacak ve çekimin içine girecek. Ve o çekime girdi ezan sesi. Ama ben bunu fazla buldum, montaj esnasında. Duyguyu fazlalaştıran, nostalji

Beyaz Mesela

Resim
İnsan duvarları olmayan tapınakta Bir gece uyusa Sanıyor ki kederi azalacak. Ama yetmiyor Bezler bağlıyor Bulduğu her ağaca. Hikâyeler anlatıyor İnanıyor aşkın hep olacağına. Oysa aşk biter Dinginliği başlar göllerin. Bekleyiş, Sonsuz mavi bir göz olur Camdan ve gittikçe uzayan. Acı verir bazan renkler Beyaz meselâ Kuş gibidir insan beyaz bir yatakta Ölümü gibi çocukların Soluğu kesik Suda dolaşan. Bir kaya mezarında ağlayan adam Ölülerini suya ve göğe gömüp, Gelir acısıyla avunmaya. Dua ve kuş gibidir zaman Bir şey olur bulutlara, Bir ağırlık Bir koyuluk taşırlar uzaktan. Tuhaf yitik hayatların Seslerini doldururlar kovuklara. Bir şey olur Sarnıçtaki sularda Unutulmuş anahtar parlayınca Yağmurumuz der biri Sarnıçlarımızda gizli Acımız avuçlarımızda. Bejan Matur

Şairlikten Soyunmak (Yumurta Üzerine-4)

Resim
Annen vardı... Hatırlarsan. Kitaplar da vardı. Kitaplar hayatının ortasında öylece dururdu. İçerisine ne bir tutku sızdı ne de bir boşvermişlik. Hayat bir gün seni telefonda yakaladı... Annen yoktu... Kepenklerini indirip pejmürde dükkanın alıverdin soluğu nefret edilesi kasabada. Annen gidiyordu. Bu sefer de sen ölüyordun. Ben de ölsem diye düşündün mü bilmem ama uzun süre uyudun hatırlıyorum... kuytu ormanlarda uyuyup, kurumuş kuyularda su aradın... Annen olsaydı... Bu ev.. Hiç dönmeyecek gibi hafızamdan çıkmış anne evi. Şimdi içindesin ve tek başınasın. Bir soluklansan... Durdursalar dünyayı. Kitapları da annenle beraber gömsen ya da kuyuya atsan ve bir daha hiç almasan ordan... Anne yadigarı... Adak yerine getirilecek diyor. Kurban kendin mi, karşındaki mi. Yoksa kurban hepimiz miyiz? Annenin yüreğine bir damla ferah gerekiyor... BİTTİ...

Türk Taşrasına İlgi ve Mommo

Resim
2000 li yıllarla birlikte özellikle Avrupa'da düzenlenen film festivallerinde genel olarak Türk filmlerine özelde de Türk Taşrasına ilgi artmakta. Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak'ı ile başlayan ilgi en son düzenlenen Berlin Film Festivali'nde de devam etti. Atalay Taşdiken'in Konya'nın Hüyük ilçesinde çektiği ve amatör çocuk oyuncularla çektiği filmi Mommo büyük ilgi görmüş. İlk gösterimine yaşadıkları yerden gelerek katılan küçük oyuncular, filmi izlemek için sinema salonunu dolduran yüzlerce çocuk tarafından ayakta alkışlanmış . Filmin Konusu: Dokuz yaşında bir çocuk; hem ağabey, hem baba, hem anne, hem de bir bilge olabilir mi?Ayşe için olur. Ve hatta hiçbir şeyden korkmayan bir ağabeydir o. Annesiz iki çocuğun içinizi ısıtacak, kimi zaman gözünüzü yaşartacak öyküsü. Filmin Fragmanı: Not: Küçük oyuncular ilk kez uçağa binmişler ve ilk kez sinema salonunda bir film izlemişler.

Dağı Delen Irmak'ın Basımının Gecikmesi

Resim
Kemal Karpat'ın yeni çıkan nehir söyleşisi " Dağı Delen Irmak " isimli kitaptan bahsetmiştim. Karpat'ın kitabı öncesinde Türkiye İş Bankası'nın mutad olarak her yıl çıkardığı nehir söyleşi dizisi içerisinde çıkacaktı. Hatta Karpat'ın ve söyleşiyi gerçekleştiren kişinin telif paraları bile ödenmişti. Ancak sonradan ne olduysa oldu ve Türkiye İş Bankası hiç bir gerekçe göstermeden sözleşmeyi feshetti. Kitabın basımı da haliyle en az 1 yıl gecikmiş olarak kitapçı raflarına çıktı. Karpat bugün bir gazetede bu konuyla ilgili bir açıklama yapmış . Bence çok önemli bir açıklama. Çünkü bir yayınevi uluslararası çapta tanınmış ve saygın bir isme bile kendi söylediklerine uygun konuşmadığı için engelleme yapabiliyor. Bu Türkiye İş Bankası Yayınlarının ilk yayından kaldırma durumu değil bildiğim kadarıyla. Daha önce de Akupunktur Uzmanı Dr. Nüzhet Ziyal ile de böyle bir nehir söyleşi gerçekleştirilmiş ve ilk basımı bile yapılmıştı. Ancak belirli çevrelerden gelen tepki s

Taşrada Sıkış(tırıl)mış Genç (Yumurta Üzerine-3)

Resim
Sevdim mi böyle sevilmeli diyorsun. Sevdim mi benim gibi sevmeli. Ölümüne, çıkarsız ve gerçekçi. Küçük bir dükkânın var. Kasabanın tam orta yerinde. Arada bir iş çıkıyorsa gidiyorsun. Bazen dükkânın kapısını çalan dahi olmuyor. İlk gördüğün zamanlara aklın gidiyor. Buğulu ve büyülü bakan o kızı ilk gördüğün gün. Yine böyle gülümsüyor muydu? Yine böyle utangaç ve korkak mıydı?. Şimdi gideceği günleri iple sayıyorsun. Bir gün çekip gidecekti elbet. Buralarda kasaba köşelerinde benle mi kalacaktı? diye sayıklıyorsun. Döner ama öyle değil mi? Okulunu bitirir bitirmez döner. Keşke hiçbir yere gitmese ve hep o gülümsemesiyle kalsa diye geçmiyor da değil aklının bir köşesinden. Keşkeler, kızgınlıklara dönüşüyor biliyorum. Bazen kendini tutamayıp olur olmaz davranışlar sergiliyorsun. O dükkânın içinde hayatı durdurup beklemek seni de sakinleştiriyor ve olgunlaştırıyor. Öğreneceksin zamanla... Devam edecek...

Casa-Negra (2008)

Resim
Blogumuzun ismine uygun yeni gördüğüm ve baya bir sıkı bulduğum bir Fas filminin fragmanına şuradan bakabilirsiniz. Geçen yıl ki Dubai Uluslararası Film Festivali 'nde en iyi görüntü yönetimi ve aktör dallarında ödül kazanan filmin konusuna gelince; İsveç'e göç etmek için uğraşan ve zengin bir kızı seven iki arkadaşın dostluk öyküsü. Filmle birlikte Casablanca sokaklarında turistik bir gezi yapıyorsunuz. Fas sineması ile ilgili zihnimde olumlu düşüncelerin yeşermesine sebep oldu CasaNegra. Bundan sonra daha sık takip edeceğim Mağrib Sinemasını. Yönetmenin bloguna da buradan ulaşabilirsiniz.

Hayat Var Berlinale'de

Resim
Türkiye'de en iyi kurguya sahip filmlerin yönetmeni Reha Erdem'in Beş Vakit'in küçük oyuncusu Elit İşcan ve Vali filminde Recep Yazıcıoğlu'nu canlandıran Erdal Beşikçioğlu'na başrolleri verdiği yeni filmi Hayat Var , bu yıl ki Berlin Film Festivali 'nin Forum bölümünde gösterildi . Fragmanı ve filmle ilgili diğer görsel ile dokümanları incelediğimde gördüm ki bu filmle Reha Erdem senaryosunu daha da güçlendirmiş. Elit İşcan'ın oyunculuğu inanılmaz görünüyor. Türk izleyicisinin görmesi haliyle sonbahar'ı bulur. Daha çok var...

Genç Kızın Bir Başınalığı (Yumurta üzerine-2)

Resim
Bu kasabayı seviyorsun ama biliyorsun ki bu kasabadan gitmenin yegâne şartı üniversite sınavını kazanmak. Herkes gibi sen de büyük kentlere üniversite sınavı ile gitme biletinin peşindesin. Belki bir gün gideceksin. Sevdiğin/sevdiğini sandığın genci arkanda bırakıp yaz tatillerinde birkaç günlük uğrama noktası olacak bu kasaba. Belki yine o gençle çıktığınız gibi bir tepeye çıkıp kasabayı seyredeceksiniz. Hayal kurmayacaksınız. Çünkü hayaller insanı mahkûm ediyor. Küçücük bir bahçenin içerisinde kendinle başbaşasın hep. Tavukların altından yumurtaları çıkartıyorsun her sabah. Sonra meyve ağacından birkaç meyve koparıyorsun. Çalışmak içinden gelmiyor. Duvarlar sana bakıyor, sen duvarlara… Hayat akıp gidiyor. Kaderini değiştirecek biri gelecek mi acaba? Devam edecek...

Nuri Bilge Ceylan ile Söyleşi -Roll Dergisi-Devlet Hiyerarşısı Üzerine

En çok hatırda kalan sahnelerden biri o... Terzi sahnesi de öyle... Terzinin telefonda konuştuğu insanın önemli bir devlet memuru olduğu hissediliyordu, değil mi? Çünkü insan yapıyor, sonra anlaşılıyor mu, anlaşılmıyor mu, anlayamıyorsun... (Gülüyor) Kudretli bir şahıs olduğu anlaşılıyor, ama o şahsın devlet gücünü mü, yoksa kasaba eşrafını mı temsil ettiği pek belli olmuyor... "Odacımı gönderiyorum" diye bir laf var ama, o pek iyi duyulmuyor belki. Kaymakam, hâkim gibi biri olarak düşünmüştüm. O hiyerarşiyi çok iyi bilirim, babam memurdu orada, ziraat mühendisiydi. O ilişkileri, hükümet konağındaki hiyerarşiyi çok iyi hatırlıyorum... O hep beni rahatsız etmiştir. Bir üst basamaktaki her zaman bir alttakini aşağılama hakkına sahiptir. Bir sahneyi hiç unutmuyorum. O zaman çok fakirlik vardı, memurlar da daha zengin değildi halktan; hepimiz yamalı pantalonlarla gezerdik, çoraplar yamanırdı, ayakkabılara pençe yaptırılırdı, kesinlikle birden fazla ayakkabımız olmazdı. Daha ucuz

bir dağ yalnızı Mehmet

Resim
… kış infilaktı, kar uzunuzak ne zaman yağmıştı kar kan kırılma çanakkale'nin oralarda şimdi yenice yenilmek midir, gözlerimin kışında! insan bir geyik edasıyla dönüp dönüp de kaçınca bakar ki ömrünün romanına-- sahi, a4'te kaç sayfa ki bir insan ömrü, pelikülde okumuş bir roman mıydı mayıs sıkıntısı! … bak, yalnız ve yenik bir çocuk orda gemilere baka baka gemiler görünmezliktir mehmet, kaçak ve kirli uyumuş mutsuzluğa-- ne verlaine, ne rimbaud, ne yahya kemal hiçkimse sığdıramamış kendini o uzak mutluluğa! … Hüseyin Alemdar 'dan unutulmaz güzel insan Mehmet Emin Toprak anısına yazılan şiirden bir alıntı. Varlık dergisi , Aralık-2002

Yenice'de Erken Ölüm

Resim
Üç tane filmin olur efsane olursun bazen. Bazen yüzlerce film çevirir birileri kimsenin umrunda olmaz. Mehmet Emin Toprak öyle değildi. Üç filmi vardı ama benim gözümde en iyi aktörlerden daha iyiydi... İlk kez Kasaba’da gördüğümde etkilenmiştim ondan. Kasabaya panayır kuruluyor o da bir sigara yakıyor. Derin derin ciğerlerine çekiyor ve sonra kasabalının koy vermişliğine kendisi de katılıyor. Her insan gibi salıncaklara binip deliler gibi dönüyor Mehmet. Akşam evine dönüp ailesiyle yüzleşiyor. Hep gidip dönmemek üzerine kuruyor yaşamını. Yine bir sigara yakıp yüzünü sırlı karanlık ormana dönüyor ve hayal kuruyor. O filmde hep aklımda şu kalmıştır. O genç akşamları odasında yalnız kaldığında hayalleri ile ilgili şiirler yazıyor mudur? Birilerini sevmiş midir? Çektiği sigara dumanı ile birlikte seni seviyorum u sevdiğine fısıldamış mıdır? Ne yazsak boş. Her ölüm erkendir Mehmet Emin. Ama seninki çok daha erken. Death in Yenice

Offret-Kurban(1986)/Andrei Tarkovsky

Resim
Yıllar önce evlenmeden önce sık sık annemi ziyaret ederdim. Memlekete giderdim. O zamanlar annem hala hayattaydı. Evi küçücük bir kulübeydi. Bir bahçenin ortasındaydı. Küçük bir bahçeydi. Bakımsızdı. Otlar diz boyuydu. Yıllarca ihmal edilmiş bir bahçe. Ve sanırım hiç kimse oraya uğramamıştı bile. Annem ağır hastaydı. Evden çıktığı pek görülmemişti. Yine de o harap bahçenin ortasında kendine özgü bir güzellik vardı. Şimdi ne olduğunu anlıyorum. Havanın güzel olduğu günlerde çoğu zaman pencerenin kenarına oturur bahçeyi seyrederdi. Pencerenin yanında özel bir koltuğu vardı. Bir keresinde ortalığı düzeltmeye karar verdim. Yani bahçeyi düzeltmeye. Çimenleri kesip otları yakacaktım. Ağaçları budayacaktım. Aslında bütün bahçeyi kendi zevkime göre, kendi ellerimle yeniden düzenlemek istedim. Annemin hoşuna gitsin diye istedim. Tam iki hafta boyunca elimde bahçe makası ve tırpanla toprağı kazdım kestim otları ayıkladım ve başka otlar ektim. Burnumu topraktan kaldırmadan çalışıp durdum. İşi en

Şairin Hatıraları (Yumurta Üzerine-1)

Resim
Kentin içinden bir yabancı gelir taşraya. Zamanında nefret ederek uzaklaşmıştır yuvasından. Ne annesi, ne evi, ne de hatıraları. Bir yönetmen, tek bir dileğimin yerine getirileceğini bilsem o dilek “ çocukluğuma dönmek olur du ” der. Şair ise çocukluğuna dönmekten bile imtina eder. Sonra bir ölüm gelir ve ayaklarını sürüyü sürüye hatıraların ortasına bırakır hazin yüreği. Mezarın başındaki çocuk gibidir ruh hali. Gelişigüzel suyu mezarın üzerine boca edip alalacele duaya durur çocuk. Sonra kendini sırlar ormanına atar. Çocukluğunun en güzel hatıralarını barındırır bu orman. Düşlerine Yumurta girer. Bir ağacın altında güneş kaybolana dek uyur. Uyanır uyanmaz şehir kimliğinden sıyrılmak istercesine bir berberde traş olur ve yine uyur uyanık hayallere dalar. Ertesi gün yine arınmak istercesine hamama da gidecektir. Kent yormuştur onu. Esas yoran ise taşrada çözülmeyip öylece ortada kalan soruların çokluğudur. Sorular geceleri kabusu olur. Sorular zamana yayıldıkça durulaşıp çözüm olacakt

İntihal sonrası gelen intihar

“Yazılarımın birinde, belirli bir paragrafın gerçek yazarı ben değilim. Başka bir yazara ait 40 sözcüklük bir bölümü onursuzca çalmış ve bunun pek göze çarpmayacağını sanmıştım: Oysa özenli bir okurum, yaptığım çalıntıyı bana anımsattı. Dostlarım lütfen beni bağışlayın.” Edebiyat eleştirmeni yazar Ken Adachi hakkında intihal suçlaması yapılınca intihar yolunu seçmiş ve yukarıdaki notu bırakmış. Not: Yukarıdaki alıntıyı Kitap Zamanı 'nda Kaan Uysal'ın 'Yazının tehlikeli sularında: (Ç)alıntı' isimli yazısında gördüm ve buraya koyma ihtiyacı hissettim. Yazıyı özellikle okumanızı salık veririm çünkü hiç aklınıza gelmeyecek ünlü kişilerin isimleri geçiyor.

Ulak üzerine notlar...

Resim
Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriya'yı da onun bakımıyla görevlendirdi. Zekeriya, onun bulunduğu bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. "Meryem, Bu sana nereden geldi?" derdi. O da "Bu, Allah katından" diye cevap verirdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. (Al-i İmran-37) İnsanoğlu yaratılması sonrası devamlı bir şeylerin arayışında olmuş. Fıtratından kaynaklanan hep daha iyiyi ve güzeli anlama isteği yeryüzünü şekillendirmiş. Aklı ve benliği raydan her çıktığında Yüce Yaratıcı elçilerini göndererek tekrar doğruyu bulmalarını sağlamış. Fakat doğruyu, güzeli bulanlar olduğu gibi her zaman karşısında olan insanlar veya topluluklar da olmuş. Nasıl Lars von Trier, Dogville ’de tiyatro sahnesine kurulan basit bir kasaba dekorundan Amerika’yi anlattıysa; Çağan Irmak ’ta evrensel bir insanlık öyküsünü küçük bir kasaba ahalisi üzerinden anlatmış. Görüntü(Zekeriya’nın masal anlattı

Gog-Giovanni Papini

Resim
Bu adanın tuhaflığı, dedi, manzarasında değil. Hemen hemen öteki Pasifik adaları gibi. Halkında değil. Onlar da ırklarının adetlerini, geleneklerini değiştirmemişler. Garip olan şey şu: Kabile reisleri, adanın belli sayıda insan besleyeceğini yıllardan beri kabul etmişler. Tam sayı yedi yüz yetmiş. Adanın büyük kısmı dağlık. Denizde de balık bol değil. Dışarıdan da beklenecek bir şey yok. Onlardan sonra kimse bu adaya uğramamış, ilk gelenlerin çocukları ile torunları ise büyük gemi yapma sanatını unutmuşlar. Bunun sonucu, kabile reisleri, pek eski zamandan beri, çok garip bir kanun çıkartmışlar: Her doğum, bir ölüme sebep olacaktır, ta ki ada halkının sayısı hiçbir vakit yedi yüz yetmişi aşmasın. Öyle sanıyorum ki, böyle bir kanunun dünyada eşi yoktur. Büyücü ve savaşçılardan seçilmiş kurul onu şiddetle uygulatıyor. Bütün dünyada olduğu gibi, doğum sayısı ölümünkinden fazla, öyle ki, her yıl, dünyadan uzak kalmış bu bahtsızlardan on ya da yirmi kişi kabilece ölüme mahkum ediliyor. Açl

Dünden Bugüne Romain Duris

Resim
Bu adam hiç değişmiyor ve yaşlanmıyor. Hep aynı...

Bütün Bir Hayat

Resim
Gündoğumuna bir saat kala saçlarına düşen mavi gibidir mahmurluğun güneşleri; bir kuşun mezarının üstünde, otların hızıyla biterler. Onları da baştan çıkarır, zevkin teknelerinde oynadığımız rüya oyunları. Zamanın tebeşirden kayalıklarında onları da hançerler bekler. Daha mavidir derin uykunun güneşleri: Bir zamanlar saçının bukleleri gibi. Bir gece rüzgârı olup, kız kardeşinin parayla açılan kucağına sığınmıştım; Üzerimizdeki ağaçtan sarkıyordu saçların, ama sen yoktun. Biz dünyaydık sanki sense büyük kapının önünde bir çalılık. Beyazdır ölümün güneşleri, çocuklarımızın saçları gibi: O, yükselen sularla gelmişti, sen kumlukta bir çadır kurduğunda. Sönmüş gözleriyle, başımızın üzerinde mutluluğun hançerini kaldırmıştı. Paul Celan