Kayıtlar

Ocak, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Başbakanın Davos Çıkışı Üzerine...

Resim
Davos ta her yıl düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu bir iktisatçı olmama rağmen hiç ilgimi çekmemiştir. Dünyanın önde gelen ülkelerinin siyasetçileri ve işadamları ile CEO ları gelirler. Gelişmekte olan(-ne zaman gelişeceği veya kalkınacağı belli olmayan?- Geniş zaman olsun elbet bir gün gelişir) ülkelerden heves ve neşeyle gelmiş ülke liderleri ile girişimcilerinin sigaya çekildiği yerdir Davos. Büyükbaşlar, oturturlar karşılarına sorarlar, konuştururlar, eleştirirler. Bildikleri halde her şeyi anlamaya çalıştıklarını hissettirmek için rol keserler. Bu yıl biraz farklıydı Davos. Küresel krizden ötürü kendi sorunlarının ağırlığı altında ezilen gelişmiş(serpilmiş) ülkeler bol bol beyin fırtınası yaptılar kış soğuğunda. Ancak Başbakanın çıkışı ile her şey bambaşka bir hale büründü dün itibariyle. Ben Başbakanın çıkışını açıkçası doğru ve yerinde buldum. İsrail’in bölgede yakıcı ve yıkıcı etkilerine karşı birisi çıkıp ‘Quo vadis İsrael?’ demeliydi ama bu bizim Başbakana kısmet oldu. Son aç

Auberge espagnole, L' (2002)

Resim
Avrupa Birliği projesi 20. yüzyılın en önemli siyasi ve ekonomik başarılarından biri. İki dünya savaşının çıkmasına neden olmuş eski kıta için barışın kaçınılmaz gerçek olarak su yüzüne çıkması böyle bir birlik düşüncesini de fitilini ateşlemiş oldu. 50 yılı aşkın bir zamandan beri sürdürülen siyasi projenin elbet yanlışları da var lakin yine de Avrupa Birliği gibi hayatiyetini devam ettirmiş başka bir oluşum da yok. İlk olarak ekonomik bir birlik olarak düşünülmüş ancak sonrasında hem siyasi hem toplumsal bir konuma yükselmiş AB’nin birliğe üye ülke vatandaşlarının birbirleriyle entegre olabilmeleri için çeşitli projeleri var. Erasmus ta eğitim alanında öğrenciler arası entegrasyon ve kaynaşma için düşünülmüş bir program. İsmini Rönesans’la birlikte ortaya çıkan hümanizm akımının yaratıcılarından ve en büyük temsilcilerinden biri olarak bilinen Rotterdamlı Erasmus’tan alan bu programda, isteyen öğrenci eğitiminin bir bölümünü başka bir Birlik ülkesinde yapabiliyor. Cedric Klapisch ,

İklimler Kitabı

Resim
Nuri Bilge Ceylan'ın bir önceki filmi İklimler 'in senaryo ve yapım notlarının olduğu kitap Norgunk yayınları tarafından yayınlandı. Bu kitapların filmden farklı olarak şöyle bir avantajı var. Özellikle filmden çıkarılan bölümler, filme sonradan yapılan eklemeler ve storyboardlar meraklıları için bulunmaz bir kaynak. Daha önce de Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmlerinin kitabı çıkmıştı. Tavsiye ederim.

Novaya Zemlya (2008)

Resim
Son yıllarda Rus sinemasından önemli yapımlar çıkıyor. Bu filmde tam bir başyapıt. Orwell’ın Hayvan Çiftliği ve Big Brother ’ı ile Papini ’nin Gog ’undaki bir öykü ile benzerlikler taşıyor. Yönetmen Aleksandr Melnik, biraz kurgu-bilim bir öykü anlatsa da aslında toplum-devlet ilişkilerine önemli eleştiriler ve göndermeler yapıyor. Filmden Birkaç Diyalog: -İşlediğiniz ağır suçlar göz önünde bulundurularak yerleşim alanlarından uzakta tutulacaksınız. … -İyi günler beyler! ‘Novaya Zemlya’ olarak bilinen yeni proje. İdam cezalılarının ve bu kadar çok sayıda mahkûmun gözetim altında tutulmasının olanaksız hale gelmiş olması. Sayınız oldukça fazla beyler! Her yer dolu! Bu nedenle Rusya hükümeti ve uluslararası topluluk sizler için ‘Novaya Zemlya’ adında yeni bir koloni bölgesi oluşturdu. Bu günden itibaren kolonidesiniz ve gözetim altında yaşayacaksınız. İhtiyacınız olan her şey karşınızda ve 3 ay yetecek kadar. İhtiyaç duyacağınız her şey verilecek ve sizleri 24 saat uydu aracılığıyla taki

Yönetmenin dilinden 'Pandora'nın Kutusu'

Resim
“Bulutları Beklerken”i bitirdikten sonra yapmak istediğim bir proje olarak, yavaş yavaş şekillendi. Bugüne ait, toplumumuza, insana dair bir profil çizmek istedim. Yolculukla, bir kayıp ya da ölmek üzere olan bir anneye ulaşmaya çalışan üç kardeşin, bir yolculuk içindeki bütün sıkışmışlıklarını anlatan bir hikâye gibi başladı. Ama bu yolculukla, benim de yazarken yaptığım iç yolculuklar, neredeyse hikâyeyi “hayır, ölen bir anne değil de ben bu anneyi alıp getirirsem ne olur? Şehirde, bir kent dokusu içinde devam edersem hikâye nasıl olur?” diye düşünmeye başladığımda, yavaş yavaş “Pandora’nın Kutusu” oluşmaya başladı. Alzheimer’le başlayarak, durumdan kaçma hikâyeleri işin içine girdi ve sonunda bir aile dramı gibi görünen, tüm fertlerin tek tek sıkıntılarına bakınca bugünkü toplumumuzun modernleşmeye çalışan, modernize arasına sıkışmış olan yüzünü gösteren bir hikâye ortaya çıktı(Cine Dergi-Ocak 2009) Adını da ilk akla getiren Özcan Alper'dir. Onunla henüz tratment aşamasında

Aruz veznine benzeyen yalnızlık...

Resim
... aruz veznine benzeyen yalnızlığını sevdim ben senin kendi yalnızlığında iş çıkışlarındaki caddeler gibi çoğalmanı cuma akşamları beyoğlunun çalgılı sokakları gibi bir korsan gösteriye dört koldan katılmak gibi içimde kalabalıklaşmanı sevdim çocukluğuma benzeyen yalanlarını yalanlarında yakaladığım gerçeklerini gerçekler ki zaten saatli maarif takvim yapraklarının arkalarındaki maniler gibidir bu ülkede ülkelerini sevdim her gidişinin ardındaki mide kanamalarımı nöbetçi eczanelerin uykusuz kalfalarıyla korkuttum korkularını da sevdim düşmemek için bir elinle sımsıkı tuttuğun merdiven korkuluklarına benzeyen korkularını mutedil dalgalı denizlere benzeyen sevişmelerini sevişmelerindeki acemi dilsiz alfabesini patladı patlayacak bir fırtınanın tam ortasında kendini ölüme bu kadar genç hissetmeni senin gecikmelerini sevdim ... Uğur Özakıncı

Nuri Bilge Ceylan Filmlerinde Kadınlar ve Üçleme

Resim
Nuri Bilge Ceylan(NBC)’ın son filmi Üç Maymun ile ilgili uzun bir değerlendirme yazısı yazmayı planlıyordum. Böyle bir değerlendirme yapmaya kalktığımda yönetmenin tüm filmografisi ile karşılaştırmalar yapmak gerekiyor aslında. Her filminin birbiriyle bağlantısı var gibi bir hisse kapılmamak imkânsız. Ayrıntılı görüşlerimi başka bir yazıya saklayarak şunu söyleyebilirim. Tüm NBC filmlerinde olduğu gibi sorunlu diyalogların çokça olduğu bir film Üç Maymun. Özellikle karı-koca diyalogları gerçek hayatla örtüşmüyor. Görsel olarak üst düzey olmasına karşın, Demirkubuz’un sinema anlayışına sırtını yaslamasını da tehlikeli buluyorum diyerek nihayete erdireyim Üç Maymun kritiğini. Genel de NBC’nin ilk filmleri Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak bir üçleme olarak görülür. Taşrada başlayan öykü gencin yönetmen akrabasını hem ziyaret etmek hem de bir işe yerleşebilmek gayesiyle kente taşınır. Kente gelen gencin dolaştığı yerlerden bazıları da Üç Maymun filminde ailenin yaşadığı semtin kenarlarıdır.

The Wind That Shakes the Barley (2006)

Resim
Aramızda olmayanlar var. Ama aslında hala buradalar. Kevin, Johnny, Colum. Karakolda öldürüldüler. Benny var. Ot biçerken sırtından vuruldu. Aidan. İşkence gördü ve sonra asıldı. Micheail. Bütün gün devam edebilirim. Ama Micheail'i unutmamamız gerek. Annesinin gözleri önünde döverek öldürdüler. Ve ben onların şehitlerimizin mezarlarını çiğneyerek lanet olası İngiliz Kralı'na bağlılık yemini edemem! Eğer o çocukların mezarlarını gerçekten çiğnemek istiyorsanız. Gerçekten anılarına saygısızlık etmek istiyorsanız hiç durmayın bu anlaşmayı reddedin. Çünkü onların uğruna öldükleri şey buydu. Bize tam bir bağımsızlık vererek Hindistan'daki ya da Afrika'daki ya da tüm İmparatorluktaki milliyetçilere yeşil ışık yakmasına izin vereceklerini mi sanıyorsunuz? Hiçbir zaman böyle olmayacaktı. Bunu siz de biliyorsunuz. Bu anlaşmayı imzalarsak, son seçimde ulaşmayı başardığımız en değerli iki başarıyı yok etmiş oluruz. Biri, tam bir özgürlük için çalışma sözüydü. Ödün verilmiş bir özg

Uzun zamandır beklediğim...

Resim
Kemal Karpat 'ın 2 yılı aşkın bir zamandır beklediğim nehir söyleşi kitabı 'Dağı Delen Irmak' nihayet çıktı. Okuyalım bakalım...

Gazze Avazı'ndan

Resim
... dünyanın çekirdeğini çitleyecekti çocuk tam o anda közlenmiş kalbini yiyiverdi talmud!.. ... akıp giden kan sanmayın, kan da susar bir çocuğun susuşudur, sustukça çoğalan utanç... akıp giden kan sanmayın, kan susmayacaktır bir çocuğun susmasıdır tarihinizdeki utanç ... bir çocuk her zaman büyüktür bir devletten bu zulüm karşısında bir şairin çığlıklarında mezarlara mevzilenir aşk'ın aşk'ın ölüm askerleri... dünya vurgunu gözleri yok hükmünde mi olacak onların, onlarsız mı vuracak yeryüzüne yıldızların ışığı, ılık tıpırtısı güz yağmurlarının. ... - o bıçağı saplayacağım yüreğime yitireceğim hiçbir şey yok düşlerimi yanıma aldım, değişimin mahşerine ya insan kalmak ya da onursuz bir dünya! Şiirin tamamı Çizgi: Osman Turhan©

İddialı Film İsmi Koymak

Resim
Üç Maymun’un Oscar ödüllerinde son 5 e kalamadığını dün akşam itibariyle öğrenince filmi seyrettikten sonra aklıma takılan bir mevzuyu hatırladım. Malumu âliniz, Üç Maymun, “üç maymunu oynamak” deyiminden türetilmiş bir isim. ‘Biri gözlerini, biri kulaklarını, diğeri de ağzını elleriyle kapamış üç maymun figürü ile her yerde karşılaşıyoruz. 'Üç maymunu oynamak' deyimi kişinin olaylara karışmak istememesi anlamında kullanılıyor. Japon kökenli bu figürdeki maymunların isimleri, Mizaru, Kikazaru ve Iwazaru, Japonca'da sırasıyla (şeytanı) görmemek, işitmemek ve konuşmamak anlamına geliyor.’ Filmin konusu ile ilgili tam olarak “üç maymunu oynamak” deyiminin karşılandığını düşünmüyorum açıkçası. Filmin resmi sitesinde konu, “ Küçük zaafların büyük yalanlara dönüşerek parçaladığı bir ailenin gerçeği örtbas ederek her şeye rağmen bir arada kalma çabası ” olarak anlatılan bir durum var. Açıkçası Nuri Bilge Ceylan, filmin konusunu anlatırken böyle iddialı cümleler hep kuruyor. Sonra

"The Boxer" ve "Sonbahar" Karşılaştırması

Resim
Her iki filmin esas oğlanı da içerdedir. ' The Boxer ' in esas oğlanı Danny Flynn, Kuzey İrlanda'nın özgürlüğü için içeriye girmiştir. ' Sonbahar ’ın Yusuf'u ise yasadışı bir sol örgüte üye olmaktan tutuklanmıştır. Siyasi fraksiyonları üç aşağı beş yukarı aynı. Sonuçta inandığı değerler halkların özgürlüğü adı altında özetlenebilir. Her ikisi de uzun yıllar hapis hayatı yaşarlar. Danny cezasının tamamını çekerek özgürlüğüne kavuşurken; Yusuf ‘Hayata Dönüş’ operasyonu sonrası sağlık sorunlarından ötürü tahliye edilir. Her ikisinin farklılıkları hapishane sonrası hayatlarında başlar. Danny çıkar, örgütün elemanları(IRA) tarafından karşılanır ancak eski hızlı Danny değildir. Artık örgütün bağımsızlık için yaptığı her türlü şiddet eylemine karşıdır. Kendisini onlardan soyutlayıp basit ve düz bir yaşam kurmak derdine düşer. Eski kız arkadaşının evlenip çocuğu olduğunu duyunca hayal kırıklığına uğrar ancak yine de ümitsizliğe düşmez sık sık ona sevgisini ifade eder. Bir b

The Assassination Of Jesse James By The Coward Robert Ford (2007) üzerine notlar...

Resim
Bazı yönetmenler vardır çektiği filmin final sahnesi onun için en önemli merak alanıdır. Final sahnesi üzerinde öyle bir gizem oluşturmalı ki seyirci bütün dikkatiyle filmi seyretmeli ve finalini merak etmelidir. Sonra izleyici sinemadan çıkar ve bu gizemli finalin üzerinde daha fazla bir gizem bulutu oluşturur. Fısıltı gazetesi görevi görür bu gizem. Birden bakarsın büyük bir izleyici kitlesi çekilmiş olsun. Bir önceki postta kısa bir alıntı yaptığım başlıktaki filmde ise böyle bir yola tevessül edilmez. Zaten her şey ayan beyan ortadadır. Korkak ve alçak bir adam olan Robert Ford’un ünlü soyguncu Jesse James’i nasıl öldürdüğüne ilişkin bir filmdir. İşte burada yönetmenin mahareti devreye girer. Bu kadar basit ve herkesin aşina olduğu bir konuda izleyici nasıl beyaz perdenin önüne çekilecektir. Sinemanın esas dayanağını teşkil eden mevzu da budur. Sinema okullarında bununla ilgili bir ders var mıdır bilmiyorum ama bu filmde durağan ve sıradan bir konu üstelik 2 saat 30 dakikalık uzun

The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford (2007)

Resim
Orta yaşa merdiven dayamıştı ve o zamanlar Woodland Avenue'da bir bungalovda yaşıyordu. Akşamları bir sallanan sandalyeye kurulur ve bir puro tüttürürdü. Bu sırada karısı pespembe ellerini önlüğüne siler ve neşeyle iki çocuklarından haber verirdi. Çocukları onun adımlarını ve yanaklarına batan bıyığını bilirlerdi. Babalarının ne iş yaptığını ve neden sıkça taşındıklarını bilmezlerdi. Babalarının adını bile bilmezlerdi. Şehir rehberinde adı Thomas Howard olarak geçerdi. Tanınmadığı her yere gider; Kansas City esnafı ve tüccarlarıyla öğle yemeği yer kendini sempatik, zengin ve çalışmayan bir hayvan tüccarı ya da ticari yatırımcı olarak tanıtırdı. Göğsünde tamamen kapanmış iki kurşun yarası vardı bir tane de kalçasında. Sol orta parmağının üst kısmı yoktu ve bu sakatlığının görülmesi korkusuyla tedbirli davranırdı. Ayrıca ''tanecikli gözkapağı'' denen bir hastalığı vardı ve normalden daha sık göz kırpmasına neden olurdu. Sanki evreni kabullenebileceğinden biraz daha fa

Beyaz Melek (2007)

Resim
Doğunun kusursuzluğu, batının müptezelliği. Mahsun Kırmızıgül’ün ilk filmini kısaca özetlemek gerekirse böyle bir cümle kurulabilir herhalde. Batının alabildiğine yozlaşmış ilişkileri, zıvanadan çıkmış sistemine karşı Doğunun vakur duruşu ve asaleti ile saygının her daim muteberliğini karşılaştırmış. Film, mafyavari tipli kötü insanların bir yaşlı adamı kovalamasıyla başlıyor. Aslında yönetmenin izleyici üzerinde başından itibaren bir merak uyandırma çabası iyi. İki kötüden kaçan yaşlı ve hasta amca, İstanbul’un göbeğinde ama şehirle bağlantısı olmayan bir huzurevine sığınıyor. Sonrası bu yaşlı ve hasta adama kucak açan huzurevi sakinleri ile tanışmaları. Başta kötü zannettiğimiz gençlerde bu yaşlı adamın çocukları çıkıyorlar. Sonrası yaşlı adamın huzurevi sakinlerini doğuya kendi memleketine davet etmesiyle devam ediyor. Filmde, Kırmızıgül birçok konuya değiniyor aslında. Başta da belirttiğim üzere öncelikle doğu-batı medeniyetleri üzerinden köylü-kentli, saf-yoz vb. karşılaştırmaları

Dünyaya Sarkıtılan İpler

Resim
Yıl 1996. Genç bir üniversite öğrencisi kitapçı tezgahlarına bakıyor. Şiir seviyor ve her yeni şairin her sözü onun için çok anlamlı oluyor. Bu sözlerden kendi evreni için çıkarımlar yapıyor ve büyük evreni daha farklı gözlerle yorumlamasına yardımcı oluyor. Bir kitap dikkatini çekiyor. Bir şair, büyük evrene bir sarkıtıp okuru içine çakmak istiyor. Genç okuyucu o ipe sarılıp kendi evreninden şairin evrenine yükseliyor. Şimdi o üniversite öğrencisi hala kitapçı tezgahlarında yeni şiir evrenlerinin peşinde ama eski sarkıtılan ipleri unutmadan... Ve o şair, şimdi evrenin anlaşılabilmesi için kitleye bir ip atıyor. Kitle o ipi tutar mı bilinmez...

Breaking the Waves(1996)

Resim
Sıradan, basit ve kendi halinde insanların yaşadığı bir İskoç kasabası. Naif ve de bembeyaz bir aşkın anlatımı. Duyguların yoğunlaştığı ve boğazınıza bir şeylerin düğümlendiğini hissettiğiniz harikulade film. Bu yoğun duygusallıktan ötürü açıkçası zorlanarak sonunu getirdiğim bir film olmuştu benim için. Bir petrol işçisine aşık olan saf bir kadının, kendi işlediği günahların sonunda Tanrının kocasını iyileştireceğine inanmasının öyküsü. Başrolde Emily Watson var. Yönetmen Lars von Trier. Türkiye’de ‘Dalgaları Aşmak’ olarak gösterilmişti. Filmden Birkaç Diyalog... -Burada yaşayan her kadın kocası denize açıldığında ya da rafineriye gittiğinde yalnızlığa katlanmalıdır. Buna katlanmayı sen bile öğrenebilirsin. ... -Beni artık sevmiyor musun? -Tabii ki seviyorum -Söyle o zaman -Söylememeye karar verdim. Herkes, seni çok sevdiğimi söylüyor ve eğer seni ne kadar çok sevdiğimi öğrenirsen şu anda beraber olmadığımız için üzülebilirmişsin -Bess, beni sevdiğini her zaman söyle, Duyuyor musun? -

Üç Maymun'un Oscar Adaylığı

Resim
Nuri Bilge Ceylan, sinema dünyasının en büyük ödülleri sayılan Oscar'a bu sefer kavuşmak üzere. İklimler ile de bu ödülü alabileceğini düşünmüştüm. En azından son 5 e kalabilirdi. Ancak ülkemizdeki sinema klanının sayesinde yerel bir öyküyü anlatan sıradan bir komedi filmi gönderildi o sene. O filmin gişesine yardımcı olmak dışında bir faydası da olmadı bu kararın. Bu yıl daha sağlam bir filmle gidiyoruz. Hem görüntü yönetimi, hem de daha iyi bir NBC senaryosu var. Son dokuza kalmış Üç Maymun. Zaten yapımcı firma uzun zamandır iyi bir kulis faaliyeti yürüttü. Umarım bu kulisler, ödüller açıklanana kadar sürer de ilk kez bir Türk filminin Oscar aldığını görebiliriz. Bekleyelim...

'The Boxer' filminden...(1997)

Resim
Biliyor musun, insan hapiste sessizliğe alışıyor? Yani önce kafanın içindeki eski seslere sarılırsın... Okuldaki çocuklar, eski arkadaşların filan. Bir süre sonra, bu sesler silikleşmeye başlar... Ve yalnız kalmamak için kendi kendine konuşmaya başlarsın. Sonra garip bir şey olur. Sanki kendi sesin bile o sessizlik içinde... Oraya ait değilmiş gibi gelir. İstenmez olur. Sonunda sessizlik en iyi arkadaşın haline gelir. Ve sessizliğin içinde bir yüz belirir... Hiçbir şey söylemeden o kişiyle konuşursun. Anlamsız şeyler söylüyorum. Hiç anlamı yok. Sessizliğin içinde senin yüzünle 14 yıl yaşadım, Maggie. Şimdi gerçek senle konuşmak çok zor. Yönetmen: Jim Sheridan

'Süt' üzerine notlar...

Resim
Semih Kaplanoğlu’nu ikinci filmi Meleğin Düşüşü’nden itibaren takip etmekteyim. Kendine mahsus bir sinema dili ve duruşu olan Kaplanoğlu’nun yeni taşra üçlemesinin ikinci filmi şimdilerde vizyonda. Kaplanoğlu bu filminde üçlemenin tersinden ilki ancak kronolojik olarak sonuncu filmi olan Yumurta’da kahramanımızın annesinin ölümünden sonra kasabaya dönüşü anlatılıyordu. Süt’te ise 18-20 li yaşlarına gidiyoruz Yusuf’un. Annesi ile süt satarak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Şairlikte rüştünü ispat edebilmiş değil. Merkezde yayınlanan çeşitli edebiyet dergilerine şiirlerini gönderiyor ve büyük bir heyecanla yayınlanmasını bekliyor. Taşrada bir şair olmak çok zor onun için. Kafasında bin bir türlü hayaller var. Geleneksel yöntemlerle yapılan üretimden hazzetmiyor ve süt satarak geçinmek ona tuhaf geliyor. Aslında Yusuf’u taşranın kasveti ve ağır havası boğuyor, yakıyor ve sıkıyor. Annesinin ilgisinin onun üzerinden başka bir erkeğe kayması da onun buralardan uzaklaşma isteğinde önemli

Tarih-Lenk

Resim
' Muhafazakâr Düşünce ’ dergisinin 7. sayısında Prof. Dr. Ali Birinci , "Tarihçilikte Meslek Ahlâkı ve Ahlâksızlığın Tarihçiliği Meselesi" başlıklı bir makale kaleme almıştı. Şimdi Türk Tarih Kurumu 'nun başında olan Birinci, bu makalesinde tarih konusunda kamuoyunun tanıdığı bilim adamlarının yaptıkları intihal ve yanlışlardan bahsetmişti. Söz konusu makale, akademik camiada büyük gürültü kopardı. Zaten, derginin bir sonraki sayısında bahsi geçen isimlerin birçoğu cevap haklarını kullandılar. Bazıları yanlış yaptıklarını da kabul ettiler hatırladığım kadarıyla. Hakan Erdem ’in kitabını görünce aklıma bu makale geldi. Erdem, Doğan Kitap’tan çıkan ‘Tarih-Lenk’ isimli kitabında Birinci’nin ortaya koyduğu noktaları hem daha ileriye götürüyor hem de daha kapsamlı bir biçimde tartışıyor. Erdem’in kitabında ilgimi çeken esas mevzu, tarih gibi ciddiyet gerektiren bir bilim dalına bile espri gözlüğü takarak bakabilmesi olmuş(Bu esprili dil kitabın kapağına da yansımış.) Belki

Evvele Yolculuk'tan...

Resim
‘Aşkın hakikatini tam olarak hiçbir kimse dile getirememiştir. Çünkü aşk, sonsuzluk âlemine aittir ve kıyısı olmayan derin bir denizdir, bir okyanustur.’ ‘Âşık, gayesini bulabilmek için o derin denize dalarak, denizin içerisindeki o misli görülmemiş inciyi (durr-i yekta) bulan kimsedir.’ ‘Dönüşen, değişen, oluşmaya çalışan şeyler aşkın nesnesi olamazlar. Eğer olur derseniz hüzün, çile, ıstırap, ihanet, kaybetme vb. gibi kavramlarla karşılaşmaya da hazırlıklı olmalısınız.’ ‘Âşıklar sabahlara kadar inleyen, seher vakti esen yelden maşukunun kokusunu bekleyen kimselerdir.’

Rüştü Onur diye bir şair

Resim
HÜLASA Ben ölsem be anacığım Nem var ki sana kalacak Ceketimi kasap alacak, Pardösümü bakkal Borcuma mahsuben... Ya aşklarım Ya şiirlerim ne olacak Ya sen ele güne karşı Nasıl bakacaksın insan yüzüne Hülasa anacığım Ne ambarda darım Ne evde karım var. Çıplak doğurdun beni Çıplak gideceğim

'Sonbahar' üzerine notlar...

Resim
Sonbahar, ilk defa Altın Koza’da yarışacak olması nedeniyle ilgimi çekmiş ve gösterime girene kadar da heyecanla beklediğim bir film benim için. Hayata dönüş operasyonuyla artık özlediği ve beklediği hayat(ın)a dönemeyen Yusuf’un hikâyesi. 80 ihtilali ile birlikte apolitize olmuş gençlerden biri değil. Hatta ziyadesiyle politize olmuş bir karakter. Üniversite yıllarından itibaren savuna geldiği görüşler nedeniyle düştüğü mahpus damından ancak yukarıda zikrettiğim operasyon sonrası rahatsızlanması ile birlikte kurtuluyor. Hemşin’de köyüne dönüyor. Yalnız bir annesi var. Oğlu mahpusa düşeliden beri ağzına bir sıcak çay koymamış bir ana. Sonra Yusuf, kendisinin idealize ettiği düşünce ve yönetim biçiminin içerisinde doğmuş, büyümüş ve şimdi de üç kuruş ekmek parası için bedenini satan Gürcü bir kıza aşık oluyor. Birisi düşüncelerinden ötürü hapis yatmış bir adam, diğeri çökmüş bir siyasal düşünce volkanının püskürdüğü lav atıklardan sadece birisi(SSCB’den ayrılan ülkelerde kadın nüfusunun